Üye Bilgileri.size uygun bölümden devam ediniz.sitemizdeki online işlemlerden yararlanabilmek için kayıt olup parolanızla giriş yapmanız gerekmektedir. |
MİMARLAR ODASI ANKARA ŞUBESİ YEREL YÖNETİMLER OKULU YEREL YÖNETİMLER YASA TASLAĞI VE REFORM ÇALIŞMALARI 03.06.2003 ----&---- SADUN EMREALP- Değerli katılımcılar, hepinizi özellikle saygıyla selamlamak istiyorum ve burada olmaktan ne kadar bir onur duyduğumu belirtmek istiyorum; uçağa yetişeceğim, ama zaman açısından sizlerin katkıları, görüşleri benim söyleyeceklerimden çok daha önemli. Onun için sizler sıkılmadığınız sürece son dakikaya kadar birlikte olacağız,. Şimdiki programı belki biraz kendime doğru yontmak gereğini hissediyorum, çünkü yerel yönetim reform tasarısıyla ilgili olarak resmi hiçbir görevim ya da konumum yok. Yerel yönetimlere gönül vermiş ve bu alanda uzun süredir çalışmakta olan bir insan olarak kuşkusuz elimizden geldiği kadar katkıda bulunuyoruz, ama burada asıl belki yapmaya çalışacağım. Belki iki bölüme ayırabilirim söyleyeceklerimi. Her gün değişen, sabahtan akşama yeni maddeler eklenen, birtakım maddeler değişen elimizde bir reform tasarısı ya da tasarıları var ortalıkta dolaşan. Bunlarla ilgili belki en son güncel durumu sizlerle birlikte paylaşmak, kamu yönetimi reform tasarısı içerisinde yerel yönetimler reformu nerelerde bu bilgileri sizlerle paylaşmak, fakat belki daha da önemlisi, böyle bir reform olsun olmasın yerel yönetimlerin daha katılımcı daha demokratik olmasının Türkiye’deki en önemli açılımlarından birini sağlayan bir hareketi sizlerle paylaşmak, sanıyorum çoğunuzun çok yakından bildiği yerel gündem 21 hareketini paylaşmak ve bu bağlamda da yerel yönetim reformunu belki bu boyutuyla biraz daha ele almak istiyorum. Ama, kuşkusuz asıl önemlisi, yine katkılarınızla, sorularınızla zenginleşip tartışma ortamı olacaktır. İsterseniz çok vaktinizi almadan hızlı bir şekilde son taslağa bir bakmaya çalışalım. Adı bile çok ilginç “Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı Taslağı” olarak bu hemen hemen güncel, Mayıs sonu itibariyle artık son durumlarda. Çok tartışılan bir konu, bu taslak reform mu, değil mi? Gerçekten daha önceden de çok sunuş yapan saygıdeğer arkadaşlarımız ve ben, sizlere çeşitli yönleriyle bunu yansıtmışızdır. Çoğuyla ters düşeceğimi bile bile ben biraz daha yerel yönetim gözlüğüyle bakmak eğilimindeyim burada ve hâlâ köşede bucakta kalanlar içerisinde bir reform açısından çıktı yakalamak istiyorum açıkçası. Daha doğrusu buna bir reform gözüyle bakmak istiyorum. Madde numaralarını sıralamadım çok sık değişiyor diye, ama şu ana kadar amaç olarak belirtilen kapsamın bilemiyorum, ama en azından belli noktaları ön planda tutarak söylemeye çalışayım. Kanunun amacı olarak duymayı çok özlediğimiz katılımcı, saydam etkin bir kamu yönetiminin kurulması, kamu hizmetlerinin kaliteli, süratli, etkili, adil ve ekonomik bir şekilde sunulması gibi bir girişten sonra, merkezi yönetimle yerel yönetimler arasındaki ilişkilerin yeniden düzenlenmesi amacını taşıyan bir taslak var elimizde. Dolayısıyla, bu açıdan bakıldığında kuşkusuz reform dememek için hiçbir neden yok, ama içeriği doluyor mu be reformun; ona birlikte bakalım, birlikte yorumlamaya çalışalım. Temel ilkelere baktığımız zaman, çoğu Türkçe’ye oturmayan belli uluslararası dokümanlardan tercüme edilmişe benzeyen kavramlar karşımıza çıkıyor. Kuşkusuz hepsi birbirinden önemli kavramlar, ama baktığımızda kamu hizmetlerinin sunulmasında “sürekli gelişim, katılımcılık, şeffaflık” gibi yönetişimle özdeşleştirdiğimiz kavramlar; “hesap verebilirlik -kuşkusuz buna hesap sorma kavramları da dahil olacaktır ya da olmasını arzuluyoruz- öngörülebilirlik ve yerindelik gibi kavramlar -bu yerindelik biraz sorunlu “yerindenlik mi?” yerellik anlamında mı kastedilmediği ona birazdan değineceğim- “Beyana güven gibi ve hizmetten yararlananın ihtiyacına odaklılık esastır” deniliyor. Daha önceden yerel yönetimin halka dönük olması gibi kavramların, biraz daha farklı bir şekilde bu taslakta karşımıza çıktığını görüyoruz. Kamu hizmetlerinin sunulmasında temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanamayacağı ifadesi yer alıyor. Burada gönül, Avrupa Kentsel Haklar Bildirgesi bağlamında kentsel hakları da görmek istiyor, ama o da bir şekilde sanıyorum bundan sonraki taslaklara daha net olarak yansıyacaktır. Temel ilkelerin devamında Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Çarkının en önemli dayanaklarından biri; hele hele Avrupa Birliğine katılım sürecinde olmazsa olmaz bir kavram olarak karşımıza çıkan “subsidiarite” olarak ifade edilen ve Türkçe’ye yerindenlik ya da yerellik olarak farklı çevrimleri olan bir kavramın yansımasını görüyoruz. Kamu kurum ve kuruluşların da görev yetki ve sorunluluk hizmetten yararlananlara da en uygun ve en yakın birine verilir kavramını yerleştiğini görüyoruz. Tersine bir ifadeyle “Bir hizmet ancak halka en yakın birimde çözülemiyorsa, bir üst birime devredilebilir” anlayışının da ilk defa bu anlamda bir taslağa yansıdığını görüyoruz. Temel ilkelerin devamında kuşkusuz bu liste uzayıp gidiyor, ama aradan birkaçını bilgilerinize sunmak istedim burada. “Kamu hizmetleriyle ilgili temel kararların alınmasında ilgili meslek kuruluşları bir de sivil toplum kuruluşlarının görüş ve önerilerinden yararlanırız” gibi hiçbir şey ifade etmeyen tamamen havada kalabilecek bir kavram. Birazdan bunun örneklerini vereceğim, neyse ki bu daha somut önerilere bağlanmış durumda, çünkü bu şekliyle bizim ne bileyim 1580 sayılı 1930 tarihli Kanundaki hemşehri hukukunun, 10 uncu maddenin bile çok gerisinde kalan öneriler. Ama, temel ilkelerde bu ilke geliştirilecek; onu da biraz sonra aktarmaya çalışacağım. “Kamu kurum ve kuruluşları vatandaşların bilgi edinme hakkını kullanmaları için gerekli tedbirleri alır” diye bir ifade var. Bu ilk defa yine bilgi edinme hakkının bir taslağa girdiğini görüyoruz. Orhus sözleşmesini imzalamamışken herhalde bir şekilde bunun da imzalanması gündeme gelecektir. Bilgi edinme hakkının bir hak olarak da tüm kamu yönetimine yansıması herhalde üzerinde önemle durulması gereken bir konu. “Kamu hizmetlerinin sunulmasında bilgi teknolojilerinden azami ölçüde yararlanılır” diye bir ilke. Bunun devamı da gelecek; burada özellikle şeffaflık ve katılım anlamında yönetimlerin şeffaf işlemesi anlamında bilgi teknolojisinin nimetlerinden daha etkin olarak yararlanma daha güçlü olarak karşımıza çıkıyor, buradaki zayıflığın ötesinde. Merkez yönetimle ilgili düzenlemelerin üzerinde çok fazla durmak istemiyorum, ama çerçeve bir yasa olduğu için daha önceden alışageldiğimiz kanun taslaklarından farklı olarak, köşesinden bucağından düzeltmek yaklaşımının yerine radikal bir değişiklik burada söz konusu olduğu için Merkezi Yönetimle ilgili bazı noktaları dikkatinize sunmak istiyorum burada. Yetki ve sorumluluklara baktığımız zaman, Merkezi Yönetimin yetkisinin başka bir düzeye çekildiğini görüyoruz. Bu anlamda reform olmasının altyapısı da döşenmiş oluyor. Artık merkez; uygulayıcı olmaktan çok denetleyici, yönlendirici, kural koyucu, standart koyucu ve bu koyduğu kuralları ve standartları izleyici bir konuma geliyor. Temel politikaları belirlemek ve standartları belirlemek gibi ulusal düzeydeki hizmetleri yürütmek -ki bunların neler olacağı birazdan daha açık olarak belirtilmiş- ve ülkesel ölçekte koordinasyon işlevini yerine getirmek. Yetki ve sorumlulukların devamına baktığımız zaman -yine umuyorum şu haliyle daha sonra bazı aksamalara yol açmayacak şekilde iletişim ve işbirliğini sağlayıcı mekanizmalar oluşturmak gibi bir muğlak görev edinmiş durumda- yerel yönetimler, özel sektör, sivil toplum kuruluşları gibi platformlar arasında bunu bir kolaylaştırıcı rol olarak görme eğilimindeyiz. Fakat, yapıcı bir rol ya da engelleyici bir rol olması bütün bu taslağın ruhuna aykırı bir uygulama olacaktır. Yine kuşkusuz hizmetlerin hem hukuk denetimini yapmak hem standartlara ve diğer belirlenen politikalara uygunluk değerlendirmesi ve denetimini yapmak da Merkez Yönetimin görevleri arasında sayılmış. Dolayısıyla, görev ve hizmetlere baktığımız zaman karşımıza belli görevlerin sıralandığını görüyoruz. Bu sıralamanın önemine biraz sonra belki daha ayrıntılı olarak değinmem lazım, ama adalet, savunma, güvenlik, istihbarat, dış ilişkiler, dış politika gibi dünyanın hemen her yerinde Merkezi Yönetime ait olan bu görevlerin belki bir daha sıralaması burada. Hızla devam ediyorum; maliye, hazine, dış ticaret, gümrük hizmetleri, ulusal ölçekli planlar, bölgesel planlar da buna dahil edilmiş -bu biraz sorunlu, ama bölgeseli de buraya dahil ediyoruz- bunların özellikle bölgelerarası eşitsizliği giderecek programları ve projelerini uygulamaya koymak gibi işlevleri var merkezin. Milli Eğitimde hizmetler bugün müfredat belirleme ve standart sağlama olarak sınırlanmış; din, sosyal güvenlik hizmetleri, tapu kadastro ve vatandaşlık hizmetleri ve acil durum yönetimiyle ilgili ki, buradaki sınırlama çok önemli ulusal düzeyde yapılması gerekence sınırlanmış, bunların tamamını da sahiplenmiyor ve diğer yerel ve sivil oluşumlara da açık kapı bırakan bir ifade. Vakıflar buraya girmiş bunu anlamak biraz zor ama herhalde ulusal düzeyde yapılması gereken birtakım denetim hizmetleri burada ön planda tutuluyor. Yine önemli fakat ilerideki yorumlamaya bağlı olarak sıkıntı yaratabilecek bir madde; yerel yönetimlere teknik ve mali yardımda bulunma, rehberlik yapmak ve eğitim sağlama gibi koordinasyon işlerinin ötesine geçecek dönem dönem yönlendirici olma tehlikesini de beraberinde getiren, ama deminki koordinasyon göreviyle bir şekilde bağdaşabilecek bir işlev ve yine doğrudan Merkezi Yönetime verilmiş bazı hizmetleri götürme konusunda görevli hizmetler. Şimdi aynanın öbür tarafına, yerel yönetimlerin yetki, görev ve sorumluluklarına baktığımızda çok ilginç bir ifadeyle karşılaşıyoruz. Madde numaraları kuşkusuz değişecektir, ama merkezi yönetim tarafından demin sıralanan hizmetlerin dışında yerel yönetimlerin her türlü faaliyette bulunabileceğine yönelik bir genel yetki “General Competans”dediğimiz bir genel yetki veriliyor. Bu yine Belediye Kanunumuzun 19. maddesinde satır aralarına sıkışmış, fakat aslında son derece önemli bir kavram olan Avrupa açısından da çok büyük önem taşıyan bir madde. Özellikle, hemen bir parantez açayım burada. Avrupa yerel yönetimler özerklik çarkındaki bu maddeyle doğrudan ilişkili olduğunu görüyoruz; daha önceden uymayan hükümlerin de buna doğrudan uyduğunu görüyoruz. Yerel yönetimler kendi etki alanlarının dışında bırakılmamış her türlü konuda faaliyette bulunmak açısından tam takdir hakkından, bir anlamda “genel yetkiye sahip olacaktır” anlayışının bizim kanunlarda da, daha doğrusu bizim taslakta da ifadesini bulmuş bir anlayış. Bu hakikaten reform mu, değil mi tartışmaları arasında yerel yönetimlere böyle geniş bir yetki alanı vermek, daha önceki yönetimlerde bu haliyle pek alışagelmediğimiz bir ileri uygulama olarak gözüküyor. Şimdiki sistemin de belli bir geçiş dönemini, özellikle kopuklukları engellemek ve belli standartları da yerine oturtmak için idarenin bütünlüğü ilkesi bir kez daha vurgulanıyor ve tabii tüm bu yerel düzeydeki faaliyetlerin ulusal ölçekli programlara, planları ve diğer standartlara uyması gerektiğinin de altı çizilerek yerel yönetimlerin görev ve sorumluluk çerçevesi tamamlanmaya çalışılıyor. İlişkiler açısından da aynı ilginç uygulamayla karşı karşıya kalıyoruz. Birincisi; yerinden yönetim ilkesine aykırı hüküm getirilemeyeceği düzenlemesi var. Merkezi yönetim tarafından çıkartılacak tüzük, yönetmelik ve benzeri düzenlemeler yerel yönetimlerin, daha doğrusu desantralizasyon, yerinden yönetim ilkesine aykırı hükümleri içeremeyeceği gibi çok önemli bir madde yer alıyor bu ilişkileri belirlemek açısından. Yine devam ediyoruz ilişkilere -burada yine bir başka ilginç uygulamayla karşı karşıyayız çok tartışmalı olabilecek, ama muhakkak üzerinde durulması gereken bir uygulama- burada “gerçek bir desantralizasyon gerçek bir yerinden yönetime mi gidiyoruz, yerel yönetimleri gerçek anlamda yetkilendiriyor muyuz, yoksa bir başka şekilde yerel derebeylikler mi yaratılıyor ya da merkezi yönetim aslında kendi yapması gereken hizmetleri valilikler aracılığıyla mı yürütüyor?” tartışmasının belki tam odak noktasına gelmiş bulunuyoruz. Tartışmalarda izleyebildiğim kadarıyla burada şöyle gerekçeler öne sürülüyor; buradaki valileri ve kaymakamları yetkilendirme “yerel yönetimlerin geniş yetkisine halel getirmeden, bunları kısıtlamadan bir yetkilendirme söz konusudur” deniliyor. Burada merkezi yönetimin zaten yönetmesi gereken faaliyetlere yerinden valilikler aracılığıyla yürütüyor ve bir şekilde, belki alışık olduğumuz şekilde yerel yönetimleri yetkilendirme değil, ama yetki genişliği ya da yetkinin yerel birimleri diye, merkezi yetkilerin diye bir mahallinden kullanılması gibi bir uygulama olarak önde tutuluyor. Bunun gerekçeleri olarak da kuşkusuz çok tartışmalı olmakla birlikte şunlar öne sürülüyor: Böylesine büyük bir yetki devri biranda gerçekleşirse yerel yönetimlere bunun uygulamaya geçilmesinin zorlukları dikkate alınarak belki daha önceden model aldığımız Fransa’da da 1980’li yılların başında gerçekleştiği gibi bir dizi yasayla, bir dizi uygulamayla -ki Fransa’da bunların sayısının 70’den fazla olduğu biliniyor- yavaş yavaş bu desantralizasyon sürecinin hazmedilerek yerine oturtulması, dolayısıyla ilk kademede asıl yetkilendirmeyi valiliklere aktarıp yerel yönetimlere geniş bir hareket alanı çizmek başlangıçta, fakat bunun içinin yavaş yavaş uygulamadaki beceriler, başarıların üzerine bina etmek gibi bir anlayış var. Burada da yine bir başka, yine yerel yönetimler özerklik şartının temel ilkelerinden biri; yerel yönetimlere istediğiniz kadar yetkiyi, kaynakları aktarın bu kazanılmış haktır yerel yönetimleri açısından, fakat öyle merkezi hizmetler olabilir -ki bunları da merkezi yönetim yerel yönetimler eliyle yönetilmesini uygun görebilir- bu şekilde yetkilendirme de yapılabilir. Ama bu taslakta eksik olan şu: Bu tür bir yetkilendirme yapıldığı zaman Avrupa yerel yönetimler özerklik çarkında yerel yönetimlerin bu konuda tam takdir hakkına sahip olacakları belirtiliyor. Bu “tam takdir hakkı” burada biraz ya unutulmuş ya es geçilmiş, ama yine de bu tür hizmetlerin gerek duyulduğunda merkezi idarenin görevi olan hizmetlerin yerel yönetimler eliyle yapılabileceği hükmü de yer alıyor. Teşkilatlanma açısından baktığımız zaman, yine çok önemli kavramların burada getirildiğini görüyoruz. Birincisi; yine yerel yönetimlerin görev ve yetkilerinin belirlenmesinde yerinden yönetim ilkesi ki, yine çok önemli bir ilkenin altı vurgulanıyor tekrar olsa da bu son derece önemli. Bundan sonra yine üzerinde çok durulması gereken, çok tartışılması gereken bir madde, yazıldığı şekliyle kulağa hoş gelse de, uygulamada sorun yaratabilecek bir madde; yerel yönetimlerin görevlerini etkili ve verimli biçimde yürütmesi için belli bir büyüklük ve kapasiteye sahip olmaları esası. Biliyorsunuz, İskandinav ülkeleri başta olmak üzere çeşitli ülkeler çok verimli olmayan küçük yerel yönetim birimlerini son 10 yıllarda diyeyim birleştirme eğilimine gittiler. Belediye sayısı azalıyor daha güçlü, çevresindeki belediyelerle birlikte daha farklı yönetim modelleri olan yerel yönetim birimleri oluşmaya başladı. Türkiye’de de kuşkusuz tartışılan, öngörülen bir sistem bu. Fakat burada Türkiye’nin tamamı belediyelere bölünmeden il özel idaresi gibi bir başka yerel yönetim birimiyle çok ciddi bir şekilde yetkileri ve kaynakları çakışan bir yerel yönetimin “bu anlamda büyüklüğü ne olabilir, hangi alanlara yayılabilir, çevre belediyelerin, belde belediyelerinin köylerin durumu ne olacaktır?” bu tam açıklığa kavuşmadığı için gerçekten önemli bir madde, ama uygulamada üzerinde daha çok durulması gereken ve çok şey yapılması gereken bir başka öneri olarak karşımıza çıkıyor. Burada yine açıklık ve katılım -demin “şeffaflık” olarak gelen kelime şimdi “açıklık” olarak geliyor- ama son derece önemli bir ilke yönetişim ilkesine uygun olarak yerel yönetimde daha şeffaf, daha katılımcı mekanizmaların oluşturulması artık yasanın da neredeyse özünü oluşturacak bir noktaya taşınmış durumda. Demin çok zayıf olarak karşımıza çıkan katılım meselesi, burada bir adım daha sağlıklı olarak karşımıza çıkıyor. Yine yeterli değil, ama isterseniz bunu bir kere daha vurgulayalım. Burada da yerel yönetimlerin görev ve yetki alanlarına giren konularda “genel olarak halkın, ama özellikle meslek örgütlerinin, diğer yerel yönetimlerin, muhtarların, kamu kurum ve kuruluşlarının ve sivil toplum örgütlerinin yönetime katılma, bilgi alma ve görüş bildirmelerine imkan sağlanır” diyor. Bunun kuşkusuz mekanizmaları burada yer almıyor, ama en azından demin sadece “görüş alınır” ifadesinden aynı yasa taslağı içerisinde bir adım daha ileri atılmış gözüküyor. Fakat, buna Mayıs sonunda yapılan son bir eklenti oldu, buradaki yazılar biraz çok karışık olduğu için bunları bölemedim neredeyse tek cümle olduğu için. Bunu isterseniz özellikle okuyarak paylaşmak istiyorum, çünkü belki sunuşumun bundan sonraki bölümü doğrudan bununla ilgili. 1992 yılındaki Birleşmiş Milletler Rio Yeryüzü Zirvesi, İstanbul Habitat 2 Konferansı Kent Zirvesi -burada kısaltarak geçtim- Johannesburg Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi kararları, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliğinin Sürdürülebilir Kalkınma Müktesebatı ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Çarkına uygun olarak Türkiye Yerel Gündem 21 Programı bağlamında yerel yönetimlerin katkı ve katılımlarıyla tüm yerel ve kentsel ilgililerin, -bunlar da şöyle açıklanıyor; yerel yönetimler, kamu sektörü, milli eğitim kurumları, meslek odaları, özel sektör, dernek, vakıf ve diğer gönüllü kuruluşlar, mahalle muhtarları ve diğer ilgililer gibi de açık bir uçla bağlanıyor- kendi sorunlarını birlikte saptayarak 21. Yüzyılın yerel gündemlerini oluşturmak, sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak ve ortaklık anlayışı içerisinde birlikte çalışmak üzere kentsel yerel yönetim birimlerinin bünyesinde Yerel Gündem 21 birimleri kurulur. “Yerel yönetimler oluşturulan veya oluşturulacak Yerel Gündem 21 birimlerinin çalışmaları için yeterli maddi, insan gücü ve ayni kaynakları sağlar” diye bir eklenti yapılmış durumda. Eklentinin ikinci bölümü de şunu içeriyor: Yerel Gündem 21 birimlerinin koordinasyonunda insan hak ve hukukunun korunması, sürdürülebilir kalkınma, çevreye duyarlılık, dayanışma ve saydamlık, hesap sorma ve hesap verme, paydaşlık, katılım, yerindenlik gibi iyi yönetişim ilkelerinin uygulanması ve Yerel Gündem 21 eylem planlarının hazırlanması amacıyla, tüm yerel ve kentsel ilgililerin katılımını sağlayan kent konseyi veya benzeri yapılar ile kadınların ve gençlerin yerel karar alma süreçlerine katılımı teşvik eden katılımcı yapılar oluşturulur. Biliyorsunuz bu tür kent konseyleri ve benzeri katılımcı mekanizmalar gerek i 58. Hükümetin gerek yen 59. Hükümetin hem Programında hem Acil Eylem Planında yer almıştı. Bununla ilgili olarak kuşkusuz bu tür katılımcı modellerin üzerine oturan bir çerçevenin de ayaklarını yere basması gerekiyor. Onun için izninizle belki bundan sonraki bölümde çok hızlı bir şekilde, yine çok özet olarak ana başlıklarla sözü edilen Yerel Gündem 21’le ilgili bu konuda pek aşina olmayan belli değerli katılımcılara bu konuda, yürüyen bir program konusunda bazı konularda bilgi vermek, bu konuyu yakından bilen katılımcılar için de belki katkılarını alabilmek için bir vesile olabilir. Bunun için 1992 Rio Konferansı ön planda çıkartılıyor, Habitat süreciyle zenginleştiğini belirtiyor ve Johannesburg Zirvesinde de bir başka noktada bu hareketin olgunluğa kavuştuğunu görüyoruz. Gündem 21 başlıklı, dünyamızın 21. Yüzyıldaki küresel gündemini belirleyen ve hemen hemen tüm hükümetlerin altına imza attığı bu önemli belge, bildiğiniz gibi Birleşmiş Milletlerin 1992 Rio Konferansının bir ürünü. Dünyamızın 21. Yüzyıldaki hedefi “sürdürülebilir gelişme” olarak belirlenmiş, ama böyle bir hedefe ulaşmanın olmazsa olmaz koşulu olarak da küresel ortaklıklar ve Rio döneminde bu terim yoktu, ama Habitat sonrasında gündemimize gelen bir kavram “Yönetişim” anlayışına dayalı bir yaklaşım sergileniyor. Buradan yola çıkarak bu küresel Gündem 21’i yaşama geçirmek üzere her ülke kendi Ulusal Gündem 21’ini hazırlayacak ve buna dayalı olarak da Yenel Gündem 21’ler hazırlanacak. Burada özellikle 40 maddeden oluşan gündem 21’in 28. maddesinde çok önemli bir misyon yükleniyor yerel yönetimlere; kendi belge haklarıyla bir dayanışma süreci içerisine girerek kentlerinin 21. Yüzyıl vizyonunu birlikte oluşturmak, kendi sorunlarını birlikte saptamak ve bunlara çözüm bulmak için katılımcı bir süreç başlatmaları öngörülüyor. Bu kavram bizim çok daha yakından tanıdığımız ev sahipliği yaptığımız Habitat sonrasında da Türkiye’nin gündemine girdi. Daha önceden biz Rio ile tanışamadık diyeyim çok az kişi bu konudaki uygulamaları biliyordu, ama Habitat sonrasında gerçekten etkin olarak bu konuda çalışmalar başladı Türkiye’de. Habitat gündemi Rio’ya alternatif bir gündem sunmuyor, tam tersine Gündem 21’in yaşama geçirilmesi için birtakım yeni zenginlikler, yeni kavramlar getiriyor. Zaten baktığımızda Habitat gündemiyle, Gündem 21 arasında kopmaz bağlar oluştuğunu ve asıl uygulamanın da Yerel Gündem 21 yoluyla Habitat Gündeminin “Yerel Habitatlar” olarak aslında çok güzel bir kavram geliştirebilirdik, ama küresel gündeme atıfta bulunarak Yerel Gündem 21’lerin bu yolla uygulanabileceği de karara bağlanmış bulunuyor. Johannesburg Zirvesinden önce hepinizin bildiği gibi 2000 yılında çok önemli bir başka bildirge, Birleşmiş Milletlerin bir başka küresel taahhüdü araya girmiş bulunuyor ki, artık günümüzde Türkiye de dahil olmak üzere ülkelerin hemen hemen tamamı artık bu Bin Yıl Bildirgesi üzerinden politikalarını veya hedeflerini oluşturuyorlar. Özellikle “yoksulluğun azaltılması, ortak çevrenin korunması, insan hakları, demokrasi ve iyi yönetişim” gibi başlıkları da doğrudan hem Küresel Gündem 21’le hem Yerel Gündem 21’le doğrudan bağlantılı olduğunu görüyoruz bunların. 2002 Ağustos sonu, Eylül başında yapılan Johannesburg Kongresinde de yine yeni bir küresel gündem oluşturulmadığını görüyoruz. Gündem 21’in geride bırakılan 10 yıl içerisinde ne ölçüde yaşama geçirildiği değerlendirildi. Kuşkusuz her sektörde, her alanda, her ülkede önemli bir uygulama açığı olduğu belirlendi. Bununla ilgili olarak da “Artık gündemlerimizi oluşturduk, eyleme geçmenin zamanıdır” diye güzel bir başka slogan benimsendi ve bu konuda da uygulama açığının kapatılabilmesi için tüm ülkeler tarafından bir uygulama planı benimsendi. Bu yapı içerisinde Yerel Gündem 21 nerede? Bu konuda da çok özlü bilgiler vermeye çalışayım. Küresel Gündem 21 gibi, Yerel Gündem 21’ler de bir yerel eylem planlaması süreci, yani bir sivil toplum kuruluşu değil, bir yapı değil, ama bir anlayışın yeni, uzun soluklu bir vizyona dayalı bir eylem planlaması süreci ve aynı şekilde katılıma ve burada tabii yerel ortaklıklara dayalı bir süreç. Küresel Gündem 21 gibi yönetişim ilkesini esas alan, özünde kuşkusuz çevre ve yaşam kalitesini geliştirilmesini hedefleyen, ama Türkiye gibi ülkelerde de bir yerel demokrasi projesi niteliğine dönüşen bir program. 21. Yüzyılın katılımcı, demokratik yerel yönetim anlayışının da belki kaldırım taşlarını döşeyen bir yaklaşım. İzmirli ortaklarımızın deyimiyle “yeni bir anlayış” ki, Habitat terimlerinden “çözümde ortaklık, kentine sahip çıkmak gibi yeni bilinç ve aktif katılım” gibi yeni bir davranışın harmanlandığı yepyeni bir anlayış, yepyeni bir süreç. Dünyadaki uygulamalarından belki bazı ortak noktalarını şöyle kısaca şematik olarak özetlemeye çalışayım. Kuşkusuz her Yerel Gündem 21 kendi renkleriyle, kendi uygulamalarıyla ön plana çıkmaktadır, ama özünde sürdürülebilir gelişme kavramından hareket edildiği için, başlangıçta mutlaka yerel ortakların harekete geçirilmesi ve katılım süreçlerinin başlatılması, deyim yerindeyse de “bir ortak kent aklı oluşturulması” ve bunun süzgecinden geçirilerek kentler için üzerinde mutabakat sağlanan bir gelecek vizyonu belirlenmesi “Nasıl bir kentte yaşamak istiyoruz?” sorusunun cevabının birlikte verilmesi ve buna giden stratejilerin belirlenmesi; sonraki aşamalarda yerel eylem planlarının, projelerin ve yaşama geçirilecek şekilde bunların belirlenmesi, uygulama, izleme, denetim ve sürecin tekrarlanması şeklinde dünyada ve Türkiye’de böyle gitmesine yönelen bir süreç. Dünyadaki uygulamalara şöyle kısaca bir baktığımızda, Yerel Gündem 21 uygulamalarını yürüten kentlerin sayısı ise, 135 artık aşılmış durumda, en son 140’a yaklaştığını biliyoruz, ama etkin olarak 130’dan fazla ülkede uygulanıyor. Bunlardan 85’in üzerinde ülke -Türkiye’de bunlara dahil- Birleşmiş Milletler Kalkınma Programının desteğiyle sürüyor. Avrupa Birliği ülkeleri bu konuda gerçekten çok önemli mesafeler kat etmiş durumda. 1992 yılından bu yana 4 000’den fazla belediye Avrupa’da Yerel Gündem 21 Eylem Planlarını tamamlamış ve uygulamaya geçilmiş bulunuyor, bu süreci devam ettiren diğer belediyelerin sayısını da telaffuz etmek mümkün değil. Şu anda Avrupa Birliğine katılım için başvuruda bulunmuş olan ve bu süreci devam ettiren Bulgaristan, Romanya, Polonya gibi ülkelerin tamamında Yerel Gündem 21 uygulamaları hem hükümetler tarafından hem Avrupa Birliği tarafından özel olarak teşvik ediliyor. Zaten Johannesburg Zirvesinda sunulan yerel yönetimler raporuna bakıldığında da hemen hemen raporun tamamının Yerel Gündem 21 hareketinin sağladığı 20’ye dayandırılan bir rapor olduğunu görüyoruz “Dünyayı yerel hareket sürüklüyor” diye bir de sloganı var bu raporun. O zaman hızla Türkiye’deki Yerel Gündem 21 programının da bazı konularını özetleyip bunu da bu yerel yönetim reformu çalışmalarına bağlamak istiyorum. Burada sözünü ettiğimiz gibi Birleşmiş Milletler Kalkınma Programının Hükümetimizle yaptığı bir anlaşma bunun şemsiyesi altında yürüyen bir program. Bizler de Uluslararası Yerel Yönetimler Birliği olarak bu programın koordinasyonunu üstleniyoruz ve bunun heyecanıyla zaten böylesine bir sunuşla karşınıza çıkıyorum. Proje ortaklarımız ve bu programın sahipleri şu anda 50’yi aşan, bunlardan 10’u büyükşehir statüsünde olan ve Türkiye’nin dört bir bucağında irili ufaklı, bir taraftan İzmir gibi, Adana gibi, Bursa gibi metropoliten kentler, öbür taraftan Harran, Yaylak gibi mini minicik örnekler de dahil olmak üzere çeşitli ortaklarımız var. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Yerel Gündem 21 eylem planlamalarının başlangıç aşaması zaten kent ölçeğindeki ortakları bir araya getirmek. Bunun Türkiye’deki modeli de biraz 1970’lerin de kulağa hoş gelen terimleriyle “kent konseyleri, kent kurultayları, kent parlamentoları” gibi çok farklı adlarla karşımıza çıkan, ama kentteki çok farklı örgütlü örgütsüz kesimleri bir araya getirmeyi hedefleyen katılımcı yapılar. Şu anda yaklaşık 35 kadar kentte bu tür kent konseyleri ya da benzeri adlarla il, kent ölçeğindeki platformlar oluşmuş durumda. Kimlerden oluşuyor bu tür konseyler? Hızlıca yine her kentte değişmekle birlikte az çok bir genel fikir vermek için kısaca bunları sıralamak istiyorum. Vali, belediye başkanı, tüm seçilmiş yerel yöneticiler gibi doğal üyeleri var bu konseylerin; tüm kamu kurum ve kuruluşlarının yerel temsilcileri, bilim dünyasının temsilcileri, tüm meslek odalarının temsilcileri, mahalle muhtarları ve mahallenin temsilcileri -dönem dönem mahalle meclislerinin de kurulduğunu görüyoruz- iş dünyasının temsilcileri, sendikalar, tüm dernek ve vakıfların temsilcileri ve alışageldiğimiz şekilde örgütlenmemiş, bir dernek vakıf şeklinde örgütlenmemiş, ama bir sivil inisiyatif niteliğindeki kadın, gençlik, engellilerin, yaşlıların, çocukların oluşturmuş olduğu kurullar, konseyler, meclisler değişik adlarla; yine birazdan sözünü edeceğim kent kararlarının alınması için çok önemli bir rol oynayan çalışma gruplarının temsilcileri; her yerde rastlanmayan, ama daha küçük ölçekli kentlerde de bireysel katılıma açık platformlar, çünkü bireysel katıl asıl çalışma gruplarında, gönüllülük esasında yürüyen çalışma gruplarında olduğunu görüyoruz. Çalışma grupları da her kentin kendi öncelikli alanlarında hiçbir şablona oturmadan hangi yerel sorun ön plana çıkıyorsa bu sorunla ilgili ya da bu konularda strateji geliştirmek üzere, düşünce geliştirmek üzere tüm ilgililerin bir araya geldiği -sağlık konusunda olabiliyor, çevre konusunda olabiliyor, eğitim konusunda olabiliyor bazen çok spesifik konularda olabiliyor, ne bileyim bir fokların korunmasıyla ilgili ya da anıt ağaçlarının korunmasıyla ilgili- tamamen dediğim gibi yerel öncelikler doğrultusunda oluşan çalışma grupları, ama tüm bu katılımcı mekanizmaları besleyen aslında çalışma grupları. Çünkü, kent konseyleri çok sık aralıklarla bir araya toplanamayan, toplanınca da sadece belli görüşleri ifade edip dağılmak üzere değil de, belli çalışma gruplarından gelen kararları kent kararlarına dönüştürmek üzere oluşturulmuş platformlar. Dolayısıyla, çalışma grupları burada son derece önemli bir rol oynuyor. Mahalleler; çok özlenen bir süreç Türkiye’de. Mahalleleri birinci basamak yerel yönetimler olarak görmek, merkezi yönetim seçilerek gelmekle birlikte merkezi yönetimin bir parçası olan muhtarlarımızı yerel yönetim mekanizması içerisine katmak ve aynı şekilde mahallelerde de daha demokratik katılım mekanizmaları oluşturmak için, gerek muhtarlıklar aracılığıyla gerek mahallelerde oluşturulan demokratik temsilcilikler ya da mahalle konseyleri gibi yapılarla oluşan bir çalışma ve şunu da rahatlıkla söyleyebiliriz ki “Demokrasi mahallelerden başlar” sloganı hemen hemen tüm ortaklarımız tarafından belirlenmiş durumda. Birleşmiş Milletler dokümanlarının terminolojisiyle “özel ilgi grupları” olarak adlandırılan çocuklar özellikle korunmaya muhtaç çocuklar, engelli grupları ve “belli bir yaşın üzerindeki yaşlılar” demeyeceğim kıdemli hemşehrilerim bir araya geldiği ve bu tür özel ilgi gruplarının önceliklerini ön plana çıkartan platformlar birbiri ardına bu tür kentlerde katılımcı mekanizmaların ayrılmaz bir parçası olarak oluşturuluyor. Gündem 21’in 28. maddesinin yerel yönetimlerle ilgili olduğunu belirtmiştim; biliyorsunuz kadınlar ve gençlerle ilgili ayrı maddeler var Gündem 21’de. Fakat, bu önemli doküman bununla da yetinmiyor yerel yönetimlere burada çok önemli bir başka misyon belirliyor; kadınları ve gençleri kentsel karar alma mekanizmalarına dahil edilecek mekanizmaların kurulması yönünde yerel yönetimleri görevlendiriyor bu hakikaten çok önemli bir gelişme. Burada da tabii kadınların katılımı son derece önemli ve kadınların küresel gündemi açısından baktığımız zaman Pekin’den, ÇEDAV’dan tutun çok önemli birtakım uluslararası sözleşmeler, uluslararası belgeler var, ama “bunlar nasıl yaşama geçirilecek?” dediğimiz zaman bununla ilgili çok fazla mekanizma olmadığını görüyoruz. Bu tür mekanizmalar kendi dinamiğiyle Yerel Gündem 21 ortaklarımızın geliştirdiği bir yöntemle kadınlarla ilgili olsun olmasın sivil toplum kuruluşlarını bir araya getiren, örgütlenmemiş mahalle temsilcilerini bir araya getiren kadın konseyleri ya da benzeri adlarla kadın platformları oluşturulup, yalnızca kadınların sorunlarıyla ilgili olarak değil de, kadın bakış açısının kentsel karar alma mekanizmalarına yansıyacak, hatta bu yeni dönemde umuyoruz tüm kamu bütçelerinin -ki başta belediye bütçeleri olmak üzere- kadın bakış açısıyla yeniden değerlendirilebileceği bir noktaya doğru çekmek için büyük bir çaba gösteriliyor. Bu konuda da gerçekten çok önemli çalışmalar yürütüyorlar. Şu anda yaklaşık 20 kadar kentte -20’yi aştı- kadın meclisleri oluşturulmuş durumda, her ay düzenli olarak bir araya gelerek ulusal ölçekteki faaliyetleri koordine ediyorlar. Bu Eylül ayında Bursa’da Yerel Gündem 21 Kadın Meclislerinin bir başka buluşması gerçekleşecek, bunun hazırlıkları da sürüyor. Aynı şekilde gençlik de karar alma mekanizmalarında ne kadar önemsense az olabilecek bir grup, bu konuda da özellikle Unit for Habitat, Uluslararası Gençlik ağıyla yaptığımız işbirliği kapsamında hemen hemen tüm proje ortağı kentlerde, program ortağı kentlerde Gençlik Meclisleri oluşturulmuş durumda. 19 Mayıs haftasında da gençler artık kendi ulusal örgütlenmelerini tamamlamak için önemli bir adım attılar; Ulusal Gençlik Konseyinin kurulması için bu Gençlik Meclislerinin bir araya gelmesi için çok önemli bir girişimde bulundular. Eylem planlarının çok önemsendiğinden önemli olduğundan bahsetmiştik; eylem planlaması da yine her kentin öncelikleri doğrultusunda belirlenen, bir Antalya diyelim turizm üzerine eylem planlarını hazırlıyor, ama bir Yalova bilişim şehri olmak üzere bunu yapıyor, belli yerler diyelim Harran’ın vizyonu “Yeşil Harran”. Harran’ı biliyorsunuz bir ağacın bile olmadığı yerde böyle güzel bir vizyon, özellikle İzmit gibi bir ortağımızda afet sonrasındaki yeniden yapılanma burada ön plana çıktı, eylem planında. Her kentin bu anlamdaki öncelikleri farklı, ama bir şekilde bu tür vizyonların da deminden beri sözünü etmeye çalıştığım tüm katılımcı platformlar tarafından şekillendirilmesi kuşkusuz en önemli noktalardan biri. “Katılım, ortaklık, yönetişim” gibi kavramları ne kadar vurgulasak az, ama katılım kendi başına yeterli olamıyor. Bunun somut uygulamalarını görüyoruz, buradaki eylem planlaması süreci belki tüm bu yapıyı bir “zamk” gibi yapıştıran, insanları “havanda su dövüyoruz” endişesinden kurtaran ve birlikte çok güzel şeyler başarabildiklerini ortaya koyan dinamik bir süreci de niteleyen bir noktaya gelmiş durumda. Birbirimizden öğrenme konusu son derece önemli. Özellikle bu tür katılımcı platformların yaşayarak öğrenildiği bir ortamda bu süreçten geçenlerin deneyimlerini paylaşmak, olumlu ve olumsuz yönleriyle yanlışları tekrarlamamak ve olumlu noktaları daha ileriye götürmek için bu işbirliği alanının geliştirilmesi en önem taşıyan noktalardan biri. Hiç öngörülmemekle birlikte -şu anda herhalde sayıları 30’a yaklaştı- birçok mekân yerel yönetimler tarafından sivil toplum kuruluşlarının ve katılımcı platformların kullanımına tahsis ediliyor. Çeşitli çalışma grupları, kent konseyleri bu tür mekanları kullanmayı kadınlar, gençler daha çok seviyorlar, çünkü bu anlamda ne kadar sıcak olursa olsun yerel yönetim, insanlar kamu binalarında değil daha sivil bir mekanda bir araya gelmeyi tercih ediyorlar. Özellikle son dönemlerde de tarihsel, kültürel miras açısından çok önemli birtakım binaların bu amaçla restore edilip tahsis edilmesi de ayrı bir önem taşıyor. Kuşkusuz hepimizin paylaştığı ve giderek gelişen bir bilgi ve yönetişim ağımız var, çok basit bir adresimiz var. “Yerel gündem 21. Org” dediğinizde karşınıza çıkacak, eğer henüz gezmediyseniz bu siteyi lütfen gezin, çünkü hakikaten Türkiye’de yerel ortakların çok değişik kurum ve kuruluşların neler yapabildiğinin en güzel örneklerinden biri. Burada kurumunuzu tanıtan değil, ortaklarınızın çalışmalarını ön plana çıkartan bir web sitesi göreceksiniz, hakikaten bu bilgilerin paylaşılması son derece önemli. Yerel Gündem 21 programının niye bu kadar önemsendiğini söylemek istiyorum. Türkiye’de biraz sessiz sedasız gidiyor, ama Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin tamamında model olarak alınan, örnek olarak alınan bir programa dönüştü. 2001 Kasımında sözünü ettiğim 85 ülkedeki en iyi uygulama olarak seçildiği ve bu dönemin Başbakanı Sayın Ecevit’e mektupla resmen bildirildi ve bunun da Johannesburg’da en iyi uygulama olarak sunulacağı belirtildi. Johannesburg’da da gerçekten bizzat Sayın Cumhurbaşkanımız gelerek bu amaçla düzenlenen bir özel yan etkinlikle de tüm dünyaya bu programı sunma fırsatını bulduk; gerçekten çok önemli bir sunuş oldu bu da. Bu işin pembe tarafı, ama Türkiye’deki böylesine bir önemli sürecin biz hâlâ “daha ilk adımlarını atıyoruz” diye bakıyoruz hep birlikte, belki tırnaklarımızla yeni yeni kazımaya başlıyoruz yüzeyi. Şöyle bir baktığımızda; bu tür platformların, kent konseyi gibi platformların kurumlaşma açısından kuşkusuz belli bir meşruiyet sağlanmış durumda, ama kurumlaşması açısından, bir alternatif güç odağı olmadan kurumlaşması anlamında, bir katılımcı mekanizma olarak kurumlaşması anlamında daha atılacak çok adımlar var. Avrupa Birliğine katılım sürecindeki önemi daha yeni yeni anlaşılmaya başlandı Türkiye’de ve bu konuda gerçekten çok büyük bir birikim var, ama bu birikimi paylaşmakta çok güçlük çekiyoruz. Onun için yine önümüzdeki dönemde bu birikimi daha fazla paylaşmak için gerekli düzenlemeleri de hep birlikte yapıyoruz. Yerel düzeyde sıralayacağım sorunlar bu kadar değil, çok uzun bir liste saatlerce size bunları anlatabilirim, bunları paylaşabilirim, ama sadece birkaç örnek vermek istiyorum burada. İlk başlarda 1997 yılının sonunda, 1998-1999 yıllarında katılımcı platformlar bir araya gelirken “Acaba yaptığımız iş yasal mıydı?” diye herkes sorguluyordu, bu da gayet belki yerinde bir soruydu, çünkü dönem dönem emniyetin, polisin, jandarmanın değişik gruplara gelip de hani “Siz nesiniz? Dernek değilsiniz, vakıf değilsiniz, niye toplanıyorsunuz. Ben anlamam kadın kurul konseyinden, ben anlamam Rio kararlarından, var mı?” yorumlarından sonra uluslararası dokümanlara atılan imzalar, bu programın defalarca Bakanlar Kurulu Kararı olarak yayınlanmasını falan hiçbir doğru dürüst yararını görmemişler, İçişleri Bakanlığı kötü bir daktiloyla yazılmış iki tane genelge gönderdi valiliklere ve sorunlar büyük ölçüde çözülmüş oldu maalesef Türkiye gibi bir ortamda, ama ondan sonra artık en azından belli bir şekilde bu tür darboğazlar aşılmış oldu, bu tür konuların yasallık, meşruluk kaygılarını bir ölçüde geride bırakmış olduk. Bir başka önemli sorun; tabii kent konseyi gibi önemli bir platformu topladığınız zaman insanlar şunu sorgulamaya başlıyor: “Biz Belediye Meclisinin yerine mi geçiyoruz, yaptırım gücümüz ne olacak, bizim aldığımız kararları Belediye doğrudan uygulayacak mı?” gibi, bunların daha belki bir danışma ve birlikte iş yapma süreci olduğu, önemli olan bu platformların tüzelkişiliğinden çok belli kararların yaşama geçmesinin olduğu anlaşıldıkça bu tür sorunlar da geri plana itilmeye başlandı. Yine başlangıçta çok sıkıntısını çektiğimiz hâlâ aşılamamış bir başka sorun; çok farklı partilerden gelen yerel yönetimler bu süreci çok başarılı bir şekilde destekliyor ve uyguluyorken hâlâ bir siyasal manevra endişesi var “O başka, o önceki başkanın işi ya da o öbür partinin işi, o bunun işi, bu başka yerlerdeki uygulamalar” gibi bu kaygılar tam olarak aşılamadı. Kuşkusuz yerel yönetimlerin bundaki rolü kolaylaştırıcı bir rol Habitat deyimiyle. Bu ön açıcı, pürüzleri giderici ve olanak sağlayıcı bir rol. Genellikle belediyenin en üst düzeydeki kadrolarının başkan ve hemen yakınındakilerin bu konuya çok sıcak bakmasıyla birlikte, diğer belediye kadrolarının da, bunu belki başkanın oynadığı bir sivil toplum oyunu gibi görmesi ve tam olarak sahip çıkmamasının getirdiği diğer sıkıntılar da epey göğüslenmek durumunda. Yine katılım konusundaki istekliliğin çok fazla olmadığını görüyor ortaklarımız. Gelip katılan çok fazla insan değil, her kanal açık olmakla birlikte insanlar katılım konusunda isteksiz ya da kendi sorununun çözümüyle sınırlı katılım. Belli bir sorun giderildikten sonra daha geri planda kalmayı ve kentin kendi sorunu dışında kent sorunlarıyla daha az ilgilenmekte kararlı, ama bu sürecin de yaşayarak aşıldığını görüyor ortaklarımız. Katılım arttıkça, bu konudaki duyarlılık arttıkça, katılanların hem sayı olarak hem çeşitlilik olarak da arttığını görüyoruz. Özel sektörün tüm dünyada Yerel Gündem 21 süreçlerinde çok önemli bir ortak olduğunu biliyoruz, görüyoruz, örneklerle izliyoruz. Türkiye’de özel sektörün sosyal sorumluluğu gibi kavramlar daha çok yeni olarak giriyor. Bu konuda ciddi bir ortaklık kurulamadığı gibi çok fazla bir adım atıldığı da söylenemez. Tabii Yerel Gündem 21’in farklı yorumlarından, bu demin söylemeye çalıştığım gibi bir sivil toplum kuruluşundan tutunda bir örnek uygulama modeline kadar çok farklı tanımlar var, ama önemli olan dediğim gibi bu anlayışın gelişmesi ve yerleşmesi. Tüm bu söylemeye çalıştıklarımız ışığında katılımcı süreçlerle harmanlanan yeni bir yerel yönetim anlayışına, şunu söylemeyi çok seviyorum belki yeni bir yerel yönetim ahlakına doğru gitme sürecinin belki çok önemli bir eşik noktasındayız. Burada demokratik ve etkin bir yerel yönetim için karar yetki alanlarının yeniden belirlenmesi konusu çok büyük ölçüde bu taslakta ele alınmış durumda. Demokratik ve etkin bir denetim sistemi kurmak yönünde çok fazla bir adım atılmamış, hâlâ vesayet anlayışının dışına çıkan, özellikle yargı denetiminin güçlendirilmesi ve halk denetiminin güçlendirilmesi anlamında mekanizmaların çok güçlendirilmesi, özellikle şeffaf katılımcı bir belediye modelinden, yerel yönetim modelinden söz ediyorsak olmazsa olmaz koşulları bunlar, bunların mutlaka yerleştirilmesi gerekecek. Yönetişim anlayışının çok farklı ilkelerini yine yasaya çeşitli şekillerde yansıyan saydamlık, katılım, hesap verme gibi konuların böyle kavram olarak kalmayıp artık ayaklarını yere bastıracak politikalara dönüştürülmesi son derece önemli. Yine yerel seçilmiş organların etkinliği konusunda çok fazla bir şey yok, ama yerel meclisler gerçekten bir yerel parlamento olarak işlev görmeli. Başkanı icracı konumuna iteceksek parlamentoyu da bu anlamdan yerel parlamentoyu da o şekilde çok saygın kurumlar haline getirmek gerekecek. Hâlâ katılıma kapalı meclisler, hâlâ yeteri kadar işleyemeyen yerel yönetim meclisleri, dolayısıyla çok güçlü yerel yönetimlerle bağdaşmayacak bir meclis yapısını da mutlaka geliştirmek gerekecek. Teşkilat yapısını geliştirmek belli bir noktaya kadar getirilmiş durumda, ama mevcut personel sisteminden çok fazla ayrılamadığı için ya da en azından şimdiki düzenlemeler çok fazla gelemediği için bu konuda hâlâ yerel yönetimlerin çok esnek bir teşkilatlanma yapısına sahip olabileceğini iddia etmek bu taslakla pek mümkün değil. Halkın yönetimine katılmak ve yerel yönetim üzerindeki denetimini sağlamak konusunda her ne kadar güzel sözler edilse de bunların mekanizmalarının artık somut olarak uygulamaya geçmesi gerekecek; bu konudaki boşlukların da taslakta giderilmesi gerekecek. Gelir konusu çok fazla ele alınmıyor, hele gelirin sadece gelirlerinin artırılması gibi bir kavram yeterli değil, artan sorumluluklarla, artan görevlerle orantılı kaynaklar, bir anlamda kamu kaynaklarının yeni bir anlayışla yeniden yapılandırılması burada söz konusu. Yerel kaynakların geliştirilmesi ,tabii diğer mali yönetim, mali denetim gibi kavramlar bunlar hepimizin bildiği, ama yine yasa içerisinde ifadesini bulması gereken konular. Çok fazla üzerinde durulmayan, ama artık yerel yönetim ahlak anlayışının da yerleşmesi gerekiyor dünyadaki çeşitli örneklerde olduğu gibi, ahlak bildirgeleri gibi ya da kamu hizmeti yapmanın hangi değerlerle bağlantılı olduğu ve kamu yönetiminde çalışanların hangi değerlere sahip olması gerektiğinin de ortak bir anlayışla gelişmesi, desteklenmesi gerekecek ve ne kadar demokratiklik anlamında, yönetişim anlamında ön planda tutarsak tutalım, etkin olarak hizmet veren yerel yönetim yapısına kavuşturmadan da yerel yönetimlerin bu anlamdaki meşruiyetini sağlamak pek mümkün olmadığı için hizmet sunma ve proje yönetme kapasitelerinin de geliştirilmesini desteklememiz gerekiyor ve yine vazgeçilmez bir şekilde bilgi teknolojisinin özellikle şeffaflık ve katılım anlamında geliştirilmesi gerekiyor. Son olarak belki şu konuda birkaç hususu bilginize sunmak istiyorum: Böylesine bir tasarının bu tür Anayasal düzenlemeler getireceği konusunda çok kapsamlı bir çalışma yapılmadığını görüyoruz. Kuşkusuz hem Anayasada hem çeşitli kanunlarda çok önemli değişiklikler yapılması gerekecek, çünkü bu çerçeve bir taslak. Bu çerçeve taslağa bağlı olarak bir dizi kanunda, sayıları belki 100’ün üzerinde olarak ifade edilen bir dizi kanunda çeşitli düzenlemeler yapmak gerekli, ama belki hepsinden önemlisi bu anlayışın Anayasada çok net bir şekilde Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartına uygun olarak yansıması ve güvence altına alınması gerekecek. Yine böylesine önemli bir reform iddiasında olan taslağın da geçiş düzenlemelerini mutlaka çok iyi yapması gerekecek, geçişlerde boşluk olursa, sistemde herhangi bir tıkanıklık olursa, bir defa bu tıkanıklıklar yasanın özünde aranabilir. Denilebilir ki “bu yetkiler fazla geldi, bol geldi, şöyle oldu, böyle oldu geri alalım” diye, halbuki uygulama yumuşak bir şekilde, etkin bir şekilde yapılabilirse o zaman yerel yönetimlere güvenmemek bu tür yetkiyi devretmemek için belki bir gerekçemiz kalmaz. Yasada ele alınmıyor, ama çok önemli bir kavram; yalnızca yasa çerçevesinde değil Avrupa Birliğine katılım sürecinde uzun uzun tartışılması gereken bir konu bölge ynetimleri konusu. Bölge yönetimleri biliyorsunuz Avrupa Birliği artık “Bölgeler ve Yerel Yönetimler Avrupa’sı” gibi adlarla alınmaya başladı. Türkiye’deki bölge anlayışı Avrupa Birliğiyle örtüşen bir bölge anlayışı değil. Bir şekilde yerel yönetim boyutu olan bir bölge anlayışını geliştirmemiz lazım. Bu konuda kuşkusuz çeşitli siyasal endişeler var, ama bu endişelerle karşılaşan başka ülkelerde de bu sorunlar aşılmış durumda. Burada ulusal mutabakat sağlanabilecek, ama yerel yönetimlerin önünü açabilecek ve bölge örgütlenmelerini de Avrupa Birliğine taşıyacak bir bölge yönetimi kavramı üzerinde de tartışılmalı, bu kavramlar geliştirilmeli ve kamuoyuna ve diğer kurumlara mal edilmeli. Aynı şekilde yasa tasarısını tartışıyoruz, ama bu yasa tasarısı da yine kamuoyunda çok bilinmeden biraz kapalı kapılar ardından, her ne kadar içerik olarak iyi de olsa, zengin de olsa bu yeterli bir gerekçe değil, ama tüm ilgili ya da “ilgi duyan” diyelim kurum ve kuruluşlarca, kişilerce tartışılması ve üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken görüşlerle birlikte harmanlanması gereken bir tasarı. Dolayısıyla, bu boyutunun da eksik olduğunu düşünüyorum, kuşkusuz bu listeyi uzatmak mümkün, ama en azından birlikte bu konuları tartışalım diye ben daha fazla sözü uzatmadan sabrınız için, katılımınız için de gerçekten teşekkür ediyorum ve sizlere bir kez daha burada olmaktan ne kadar mutlu olduğumu ifade etmek istiyorum. Teşekkür ediyorum.
Tweetle
Okunma Sayisi : 5180
|
Adres : Konur Sokak 4/3 06420 Yenişehir / Ankara • E-posta : info@mimarlarodasiankara.org Telefon : 0 312 4178665 • Faks : 0 312 4171804 • GSM Santral : 0 533 4777967 |
Son Güncelleme : 22.11.2024 - 14:01:56 Şu an 1 kişi online | Hukuki Şartlar ve Gizlilik Hakları |