Üye Bilgileri.

size uygun bölümden devam ediniz.

sitemizdeki online işlemlerden yararlanabilmek için kayıt olup parolanızla giriş yapmanız gerekmektedir.
Daha önce insan kaynakları için bir parola aldıysanız o parolayı kullanabilirsiniz.

Henüz üye değilmisiniz? Yeni kayıt!

Detaylı Arama.

size uygun bölümden devam ediniz.

site içerisindeki tüm içerikte arama yapılmaktadır. birden fazla kelime aratabilirsiniz.


25 50 75 100

Yayınlanma Tarihine Göre
Eklenme Tarihine Göre
Başlığa Göre
Okunma Sayısına Göre

Başlıkta Açıklamada İçerikte

Aynen girildiği gibi
Kelimelerin hepsi
Kelimelerden herhangi biri
ODA ÇALIŞMALAR KENT GÜNDEMI MESLEKI UYGULAMA YAYIN ÜYELER EĞITIMLER
Enerji Kimlik Belgesi Uzmanlığı Eğitimi
Enerji Kimlik Belgesi Uzmanlığı Eğitimi
Metraj-Keşif ve İhale Dosyası Hazırlama Eğitimi
“Mimari Akustik Rapor ve Projesi Neden Gereklidir?” Semineri
D-1 TEMEL BİNA AKUSTİĞİ EĞİTİMİ
Afet Bilinci ve Temel İlk Yardım Eğitimi
D-1 TEMEL BİNA AKUSTİĞİ EĞİTİMİ
5-8 ARALIK 2019 BİLİRKİŞİLİK TEMEL EĞİTİMİ
Enerji Kimlik Belgesi Uzmanlığı Eğitimi
Mesleki Adaptasyon Eğitimi
D-1 TEMEL BİNA AKUSTİĞİ EĞİTİMİ KAYITLARIMIZ BAŞLADI
Enerji Kimlik Belgesi Uzmanlığı Eğitimi
Enerji Kimlik Belgesi Eğitimleri (EKB) Çevrim İçi Eğitimleri Başlıyor
“Çalışma Yaşamında Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele” Eğitimi
Bilirkişilik Eğitimi
Ücretli Çalışan ve İşsiz Mimarlar için Sertifikalı Ücretsiz Eğitimler
Keşif, Metraj ve İhale Dosyası Hazırlama Eğitimi IV
Keşif, Metraj ve İhale Dosyası Hazırlama Eğitimi III
Keşif, Metraj ve İhale Dosyası Hazırlama Eğitimi II
Keşif-Metraj İhale Dosyası Hazırlama Teknikleri Eğitimi
Bilirkişilik Temel Eğitimi 2017
Bilirkişilik Temel Eğitimi 2017
2018 Yılı Ankara Şubesi Oda Bilirkişileri Listesi
Enerji Kimlik Belgesi Uzmanlığı Temel Eğitimi
"Enerji Kimlik Belgesi Uzmanlığı" Eğitimi
Bilirkişilik Temel Eğitimi
Keşif Metraj Eğitimi
EKB Uzmanı Üyelerimize Önemli Duyuru
Bilirkişiliğe Kabul Şartları
“BEP-TR 2 Oryantasyon” Eğitimi
“BEP-TR 2 Oryantasyon” Eğitimi
Üniversite Oda’ya Geliyor, Kent Akademisi Dersleri Başlıyor
Hukuk Davaları 2016 Yılı Bilirkişilik Listeleri Başvuruları
2016 Yılı Kamulaştırma Bilirkişi Listeleri
Ceza Davaları 2016 Yılı Bilirkişilik Listeleri Başvuruları
Bilirkişilik Başvuruları / Hukuk
Bilirkişilik Başvuruları / Ceza
Kamulaştırma Bilirkişiliği 2017 Listesi Başvuruları Başladı
Bilirkişilik Temel Eğitimi
ONLINE İŞL.

PEYZAJ MİMARLARI ODASI

İMRAHOR VADİSİ ETKİNLİKLERİ

Oturum Başkanı: ZUHAL ULUSOY

17 Nisan 2002

----&----

OTURUM BAŞKANI ZUHAL ULUSOY- Sayın konuklar, Peyzaj Mimarları Odasıyla paralel olarak düzenlenen, İmrahor Vadisi Etkinlikleri Haftasının, öğleden sonraki sempozyumuna hoş geldiniz. Açılış konuşmasını yapmak üzere Peyzaj Mimarları Odası Başkanı Sayın  Betül Uyar’ı kürsüye davet ediyorum.

BETÜL UYAR (Peyzaj Mimarları Odası Başkanı)- Sayın Başkan, Sayın Dekanım, üniversitelerimizin değerli temsilcileri, sayın katılımcılar; hoş geldiniz. TMMOB Peyzaj Mimarları Odası adına İmrahor Vadisi Koruma ve Araştırma Grubunun sadece bir bileşeni adına hepinizi saygılarımızla selamlıyoruz.

Nisan yağmurlarıyla ıslanıyoruz. Bu ıslanmanın, bu bereketin bundan sonraki bu grubun çalışmalarına daha fazla yansıması dileğiyle bugünkü oturumu açmak istiyorum. İmrahor Vadisi Çalışma Grubu, 2001’in sonbahar döneminde önünü çok hoş, çok güzel bir çalışmayı koydu.  Bugün de bir alan çalışmasını yaparak buraya geldi. Odamız, bu grubun sadece bir bileşeni olarak 16-21 Nisan tarihleri içerisinde bu fuar merkezindeki etkinliklerin içerisinde Peyzaj Mimarlığının bir sorumluluğunun da vadilerin korunması olduğundan yola çıkarak, bu etkinliği sizlerle birlikte burada yaşamanın onurunu taşıyor. Bu anlamda hepinize çok teşekkür ediyoruz. İmrahor Vadisi çalışma grubunun en temel bileşenleri olan Kavaklıderem Derneği ve Mamak Kitle Örgütleri Platformuna buradan bir teşekkürü özellikle iletmek istiyorum.  Yakın bir dönemde, Mamak’ta dernekler -bunların sayıları 60-70 civarında- bir araya geldiler, kendi sorunları üzerinden Mamak bölgesinde yaşadıkları daha büyük sorunları bir platform içerisinde toplama amacını güttüler ve bu anlamda da bir tüzük oluşturdular.  O ilk genel kurullarında  İmrahor sorununu ortaya koydular. Bizler de oradaydık, Kavaklıderem Derneği de bir destek için gitmişti. İşte İmrahor projesi, İmrahor çalışma grubu böyle çıktı. Bu iki sivil toplum örgütü, birbirlerini İmrahor konusunda evlendirdiler.  Biz de onların bu birlikteliklerini üniversite ortamlarıyla, meslek odaları ortamlarıyla biraz daha güçlendirmeye katkı koymaya çalıştık.  Bugün bunun somut bir  ürünü olacak; ben katılan herkese bu çalışma grubunun bir bileşeni olarak ve aynı zaman da Peyzaj Mimarları Odası adına tekrar teşekkürlerimi iletiyorum, saygılarımı sunuyorum.

Sağ olun. (Alkışlar)

OTURUM BAŞKANI- Çok teşekkür ederiz Sayın Betül Uyar’a.

Şimdi ilk olarak bir film izleyeceğiz; Ankara’nın yeşil alanlarıyla ilgili  o film bittikten sonra ikinci bir filme geçmeden bir konuşmamız daha var. Buyurun lütfen.

(Film gösterisi  yapıldı)

Birinci bölümümüz burada bitiyor, ikinci bölümümüz var. İmrahor Vadisi’nin genel görünümü ve tabanı ile ilgili o bölüme başlamadan önce, sempozyumun onur konuğu jeomorfolog Sayın Prof. Dr. Oğuz Erol’u konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum.

PROF. DR. OĞUZ EROL- Yıllar önce 1947’de Ankara civarında tezimi yapmaya başladığım sırada ilk araştırdığım yer, İncesu Vadisi’ydi.  Şu aslında yeşildir ama burada şey gibi görünüyor, renk biraz değişmiş. İncesu Vadisi o zamanlar çok güzel bir yerdi, tuğla ocakları falan yoktu, ama vasıta da yoktu. Cebeci tarafından başlayarak bu yolu böyle yürür, gelir; şurada Çaylak Çukuru diyoruz buradan buralara ve buralara doğru gider. Diğer tarafı şurası Çal’da oradan aşağıya doğru gider ve tabii çok  güzel bir gezi olurdu. Yalnız bu  gezi de bir sürpriz vardı; dereyi aşması zordu, şu dereyi geçemezdiniz, soyunursunuz ayaklarınızı suya sokarak karşı tarafa geçerdiniz.

Bugün sabahleyin arabalarla buralarda dolaşınca  “hey gidi günler” diye söylendim. Burası Ankara civarının ve yine şeyin en güzel yerlerinden birisi. Orta  Doğulu arkadaşlarımız bu işi hemen keşfettiler ve iyi ki de keşfetmişler. Tabii o benim ilk çalışmalarımdan çok sonra Eymir Gölü  kısmını  yaptılar, korumaya aldılar ve iyi ki de almışlar. Burada topoğrafyayı denetleyen  güneydeki  kesit var. Basın için getirmiştim. Bu topoğrafyayı  denetleyen olay Elmadağ. Şu kesimde bulunan Elmadağ’ın  eteklerinde kuzeybatıya doğru alçalan birtakım sırtlar var, ama bunlar eski düzlüğün artığı olan sırtlar ve buraları şu turuncu olan yerleri aşınım yüzeyleri  eğimli olarak Ankara yönüne doğru uzanıyorlar. Bunlar en eski aşınım yüzeyleri ve kayalardan oluşan kısımlar.

Buraları ancak bugünün şartları altında eski otlaklar, bugünün şartları altında kısmen tarım alanları. Onlardan sonra gelen ikinci  jenerasyon veya ikinci grup yer şekli, şurada sarı orijinal şekilde daha güzel renkli, bu sarı renkli olanlar biraz evvel uçaktan gördüğünüz platoların parçaları. Şurası Çal, Çankaya, Dikmen Vadisi ve bağlar vesaire. Bu boş bırakılan yerler şekli boğmasın diye boyamadım, yamaçlar; bunlar sırtlar ve yamaçların arasındaki de dereler. Böylece bir parmağın parçaları gibi  Elmadağ’ın doruğunu böyle düşünelim, parçaları gibi platolar buralarda uzanıyor ve bunların eteğinde şurada aslında sarı ve  yeşil renkle  gösterdiğimiz şu vadi tabanı var. İşte bizim korumaya çalışacağımız alan burası. Buraya  dikkat edin, burada bir menderes görüntüsü var; bugün gömülmüş olan bu vadide bir menderes görüntüsü var.  Eski  bir ovanın kenarında bir menderes şeklidir. Bura da  alüvyonlarla dolu ama buradan gelen derelerin alüvyonlarıyla dolu, ama Eymir Gölü’nde bu alüvyonlar olmadığı için, dolgu olmadığı için burada göl gibi kalmış. Burayı bir birikinti  konisi kapatmış ve şey yapmış.

Burada bir şekil, bir jeomorfolojik bakımdan bizim lehimizde olan bir şekil Elmadağ’ın yüksekliğinin eteğinde sanki eski  akarsular,  kuzeybatıya doğru kaymış, gelmiş Elmadağ yüksekliklerine toslayarak  sağa dönmüş ki, öyle sağa dönmüş ve burada bir ova varmış bu ovanın da tabanını oluşturan şekiller şu platolar bunun üzerinden kaymış gelmiş ve burada menderesler çizen bir akarsu oluşturmuş, yaklaşık 5 milyon yıl önce.  Sonra Ankara civandaki yükselmelerden dolayı burası akarsular olduğu gibi yerinde gömülerek   bugün bizim gömük menderes dediğimiz şekilleri meydana getirmişler ve bu güzel şey  meydana çıkmış.

Bu da Kayaş Vadisi’dir. Kayaş Vadisi de  bunun benzeri. Burada bir sarı rengin geniş olduğu bir bağlık alan var, burada da bu birikinti ovasının daha güneybatıdaki aşınım yerlerine karşılık kısımları var ki eski Ankara’nın bağlarının olduğu bir yerdir ve bu dolgularda bu bağları besleyen toprak alanları meydana getirmiş.

Bütün bu görüntüye dikkat edersek, akarsular da böyle  gidiş var sonra bir kısım, sonra bir dirsek bu Elmadağ’ının yükselerek bunları Akay’a, kuzeye kaydırdığı yerlerdir. Burada dikkatimizi çeken bir şey var: Gecekondular, buradan sokulmuş buralara kadar yani Aşağı İmrahor,  Orta İmrahor’a kadar işgal etmiş, buradan Dikmen’e kadar çıkmış, Eymir Gölü’nü de iskân yapmış, burası mahsur kalmış. Burada bize âdeta miras kalan, bir korunması gereken  alan karşımızda. Tabii  korunacağız diye de hiç kullanmayacağız demek değildir, ama bilgili veya planlı kullanmamız gereken alan budur. Benim önerim: Burayı geliştirirken  buranın güzelliğini korumasında yardımcı olan şu kesimi de ihmal etmemek. Buraya da sistemli, düzenli ve iyi yaşanabilecek bir alanı meydana getirmektir. Bunlar sonraki planlamalar da İmrahor’u zaten bir mirasyedi gibi kullanmışız. Neyse ki belki her musibetin bir nasihati olur. Bize burayı diğer kötü kullanımcılardan esirgemiş ve yahut korumuş düzeltilebilir bir alan bırakmış. Burayı korurken benim önerim:  Elmadağ’ın yamaçlarıyla birlikte bunu ele almak ve gelecekteki Ankara’nın yazın serinlediği bir yer olarak,  bir sayfiye mahallesi olarak düzenlemektir. Bu bize tabiatın son elimizde kalan son hediyesidir. Benim önerim ve bazı hususları belirtmem budur.

Çünkü kış aylarında biraz sert bir iklimi var buranın, ama yazın da güzel, serin bir yer. Kış aylarında da buralarda iskan olursa -ki mecburen olacak- belki kayak yerleri de, Elmadağ’ın kayak yerleri de yakındır yani ,biraz da onu planlamak lazım. Yani İncesu’yu tabiat bize hediye etmiştir, biz biraz kötü kullandık, ama galiba biraz aklımız başımıza geldi ve bunu bu birimi şu güneyindeki platolar alanıyla birlikte koruyabilir ve yaz aylarında güzel kullanacağımız bir yer haline getirirsek iyi olur, benim fikrim budur.

Teşekkür ederim.  (Alkışlar)

OTURUM BAŞKANI- Sayın Prof. Dr. Oğuz Erol’a aydınlatıcı bilgiler içeren ve    yönlendirici niteliği taşıyan konuşması için çok teşekkür ederim. Filmin geri kalan bölümünü izleyeceğiz.

                                    (Film gösterisi yapıldı)

Filme emeği geçen Sayın Kamutay Türkoğlu, Sayın Erdal Kurttaş’a ve Sayın İsa Çapanoğlu’na çok teşekkür ederiz. İmrahor Vadisi etkinlerinin başlamasına neden olan, ön ayak olan iki kitle örgütünün temsilcilerini, açılış konuşmalarını yapmak üzere  davet ediyorum. Ayrıca bir davetlimiz daha var. Kavaklıderem Dayanışma ve Güzelleştirme Derneği İkinci  Başkanı Sayın İsa Çapanoğlu, Mamak Kitle Örgütleri Platformu Dönem Sözcüsü Sayın Sadık Şahin ve Gölbaşı Çevre Gönüllüleri Sözcüsü Nazmiye Halvaşi;   buyurun lütfen

İSA ÇAPANOĞLU (Kavaklıderem Dayanışma ve Güzelleştirme Derneği İkinci Başkanı)- Değerli hocalarım, değerli konuklar  ve genç  arkadaşlar; hepinizi derneğim, Kavaklıderem Dayanışma ve Güzelleştirme Derneği adına saygıyla selamlıyorum.

Ben konuşmama klasik bazı deyimlerle başlayacağım. İşte deriz  ki biz dertlerimizi, bütün neşe ve sevincimizi türkülerle ifade ederiz. Aşklarımızı, mutluluklarımızı şarkılar ve türkülerle ifade ederiz deriz.  Mesela şöyle bir şey söyleyeyim, “Havasına, suyuna, taşına,  toprağına bin can feda benim yurduma”. Başka bir türkü de “Baş koymuşum Türkiye’min yoluna, ölürüm Türkiye’m ölürüm” diye ölüyoruz veya  “Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır” . Hele hele seçim meydanlarında çok duyarız, “Değil bu ülkenin bir karış toprağını, bir çakıl taşını  vermeyiz”diye. Hep ülkemiz için ölürüz. Ben size hiç ölmeden toprak kurtarmanın yolunu anlatacağım bugün.

Biraz önce arazide gördünüz, korkunç kirletilen bir İmrahor Vadisi’ni, şimdi de filmde izlediniz -ki bu Ankara’nın son vadisi-. Hacıkadın, Çubuk, Kayaş, Ayrancı, Dikmen Vadilerinden sonra elimizde kalmış olan, Ankara’nın en büyük, en önemli vadisi İmrahor Vadisi. Biz  üç sivil toplum örgütü, ayrıca dört üniversite, dört meslek odası, Çankaya ve Mamak Belediyelerinin temsilcileri ve oluşturduğumuz platformla bunu gündeme taşımaya çalışıyoruz ve bugün de  ilk defa kamuoyuna çıkıyoruz dört aylık çalışmalarımızı sunmak üzere. Bundan sonra daha çalışmalarımız olacak ve bu iş burada başlangıç olarak kabul edilmeli. Yani bu İmrahor’un kurtarılmasının miladı diye adlandırıyoruz biz. Bunun için bundan sonraki aşamalar da Orman Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Ankara Valiliği, Ankara milletvekilleri ve bütün kamu kuruluşlarını duyarlı olmaya ve bu çalışmalara katkı koymaya ve gerçekten de ülkemizde örnek bir çalışma. Sivil  toplum örgütleri, üniversiteler, akademisyenler ve seçilmişlerle beraber belirli bir noktaya taşıyarak, bu vadiyi kurtarmak için  çalışmalarımızı sürdüreceğimizi de bu arada söylemek isterim.

Bu vadi sadece iki köyle veya  üç-beş kişiyle sınırlı kalmamasını diliyoruz ve 4 milyon Ankaralının rahatlıkla kullandığı, dinlendiği,  eğlendiği kültürel mekanların olduğu bir alana dönüştürülmesi için   çalışıyoruz.  Biraz önce söylediğim gibi biz ilk başladığımızda iki dermek, bir üniversite idik, sonradan şu anda biraz önce söylediğim gibi muhtarların katılımı var bizim çalışmalarımıza; bize gönül veren Bahçelievler Derneği var, Esatlılar Derneği var, Çiğdem Mahallesi Derneği var. Yani bütün sivil toplum örgütleriyle gün gün daha büyümekte ve bu halka daha gelişmekte. Bu da bize ayrıca bir güç vermekte ve ilerde de bu işi kotaracağımızın habercisi olduğunu düşünüyorum.

Özetlersek, hafriyat toprağı, inşaat artığı gibi artıkların dökülmesinin önlenmesi, vadi tabanındaki suyun akar hale gelmesidir. Gerçi bunları biraz sonra akademisyenlerinden ve bunun bilen bilim insanlarından dinleyeceksiniz. Önce biz vadinin tabanının ve yamaçlarının kurtarılması ve ondan sonra da nasıl rekreasyon alanı haline gelir, onun çalışmasını yapacağız. Ben geç başladığımız ve bizim de bunda katkımız olduğu için sözlerimi çok kısa bitireceğim, ama yine bir türküden bahsederek bitirmek istiyorum. “ Karnı yardım kazma ile bel ile, yine beni karşıladı gül ile” Aşık Veysel’in sözleriyle bitirmek istiyorum. Toprak düşman olmadan, barışık olmamızı diliyorum. Zaten toprak bizimle düşman değil de, biz onunla düşmanız.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

SADIK ŞAHİN (Mamak Kitle Örgütleri Dönem Sözcüsü)- Mamak Kitle Örgütü Devlet Platformu olarak, sayın hocam, sayın genç meslektaş arkadaşlarımız; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

İmrahor konusunda hocalarımız çok güzel şeyler  söyleyecekler, söylüyorlar, ama ben daha değişik bir açıdan girmek istiyorum. Bizim yöremizde Mamak’ımızda altmışın üzerinde köy derneği, vakıflar ve sendikalar var ve buradaki bu yapılar hepsi sadece köyünün sorunlarıyla ilgilensinler, cenazeyle ilgilensinler, işte o derneklerin de kağıt oynasınlar, hiçbir şeye karışmasınlar mantığıyla hareket ediyorlardı, ama biz şöyle yaptık: Dedik ki biz Ankara da, Mamak da en az on ay orada yaşıyoruz, öyleyse Mamak’ın sorununa sahip çıkmamız gerektir diyerek yola koyulduk ve bu dermeklerle bir araya geldik. Bundan sonra şöyle bir inceleme yaptık. Düşünebiliyor musunuz?  Bir ilçenin içinde bir yere, kaymakamlığa gitmek için iki dolmuşla gitmek zorundasınız. Böyle bir ilçe düşünüyorsunuz ki, koskoca, 600 bin nüfuslu ilçe de bir sinema yoktur, bir tiyatro salonu yoktur, bir spor kompleksi yoktur. Kısacası varoşlardan, gecekondudan, yetersiz altyapıdan başka hiç bir şey yoktur. Buna el atılması gerektiğine inandık ve buna el attık ama bazıları bize dediler ki, “siz dernekçiliğinizi yapın; size ne bundan, siz karışmayın” Ama biz inatla buna karıştık. Ankara Kent Konseyiyle tanıştık ve böylelikle Kavaklıderem gibi değerli bir   kuruluşla tanışarak, İmrahor’a el atılması gerektiğine inandık.

Çünkü, İmrahor Vadisi’ni kurtarırsak Ankara’nın akciğerini kurtarmış olacağız. Burayı kurtardıktan sonra değil Mamak’ın sorunu ülke sorunu olan çöplüğü ıslah edeceğimize inanıyoruz  ve burayı ıslah ettikten sonra  gecekondu apartmanlarının ıslah edilmesi, gecekonduların ortadan kaldırılması, gerçekten insanca yaşanacak bir  ilçe yapılması konusunda İmrahor’un bize destek vereceğine inanıyoruz. Çünkü bu ilçemiz arkadaşlar Türkiye Büyük Millet Meclisine 21 km, Başbakanlığa 19 km, ama maalesef Hakkari’nin Beytüşşebap ilçesiyle aynı konumda desem abartı değildir. İşte bu konuları çözmek, bu konularımızı dile getirmek için oluşturduğumuz bu çalışmayı sizlerin desteğiyle daha iyi, daha güzele götüreceğimize inanıyoruz. Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

NAZMİYE HALVAŞİ (Gölbaşı Çevre Gönüllüleri Sözcüsü)- Ankara’nın varoşu ilçesi Mamak’ta çakılan bir ışık Çankaya’yla buluştu sonuçta da bunun  Gölbaşı ayağını tamamlamak üzere bizi aradılar, bizi de aralarına kattılar. Bu çalışmada asıl emeği olan Mamak ve Çankaya Örgütleridir, biz bundan sonra İmrahor Vadisi’nin bir ayağı olarak emek koyarak onlara borçlarımızı ödeyeceğiz. Değerli konuklar Gölbaşılı Çevre Dostları adına  hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Bu yılı Dünya Turizm Örgütü, “Eko-turizm yılı” ilan etti. Peyzaj Mimarları Odasının 2002 Peyzaj Günleri gündemine İmrahor Vadisi’ni alması ve vadiler kenti Ankara’nın,  çevre sorunlarının halkın gündemine taşınmaya çalışmasından bir yurttaş olarak son derece memnunum. Bugün burada Ankara’nın her şeye rağmen sahipsiz olmadığını görmenin mutluluğunu yaşıyorum.

Değerli konuklar, İmrahor Vadisi, Gölbaşı’ndan başlayarak Çankaya ve Mamak ilçelerini de içine alan büyük bir vadidir. Hızlı ve plansız bir kentleşmenin sonucunda nefes alamaz bir hale gelmiş, Başkentin belki de son şansı, kurtarılmayı bekleyen  son vadisidir. Bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde ve bölgemizde de  gelişmeye paralel olarak çevre hızla kirlenmektedir. Buna önlem olarak 22 Ekim 1990 yılında  ben biraz Gölbaşı’na  bahsederek girmek istiyorum. 22 Ekim 1990 yılında 12 bölge ile birlikte Gölbaşı da oluşturulan “Özel Çevre Koruma Bölgesi ” kapsamına alınmıştır. Yine 1998 yılından beri Gölbaşı “Yerel Gündem 21” kapsamına alınmıştır. 18 Nisan seçimlerinden sonra göreve gelen belediye yönetiminin konuya duyarsız kalması sonucu “Yerel Gündem 21” çalışmaları yürütülememektedir. Bugün Gölbaşı çevresiyle, göllerin çevre sorunlar çok sahiplilikten sahipsizdir  ve kaderiyle baş başa bırakılmıştır. Birçok konuda olduğu gibi  Türkiye de görev dağılımlarının yeterince doğru tanımlanmamasından dolayı Gölbaşı’ndaki Mogan ve Eymir Göllerinin asıl sahibinin kim olduğu ne yazık ki, net bir şekilde belirlenmemiştir ve çok sahipli, çok eşli bir durumdadır,  bu nedenle de sahipsiz kalmıştır.

Gölbaşı Ankara’nın tek ıslak zemini ve doğal yaşam alanıdır. Ben buna kültürü de ekleyerek, Gölbaşı Ankara’nın kültür ve turizm başkenti olmaya aday ilçesidir diyorum. Bu noktadan yola çıkarsak, Ankara’nın çok farklı üç bölgesini Gölbaşı, Çankaya ve Mamak ilçelerini İmrahor Vadisi projesiyle kaynaştırmak, sosyal, siyasal  ve kültürel gelişmişlik bakımından harmanlamak mümkündür. Bu üç ilçeyi yakından bilenler buna gereksinim olduğunu bileceklerdir. Gölbaşı’na baktığımız da ise iki Gölbaşı görürüz. Biri küçük Anadolu kasabası olan Gölbaşı ki, eğitim ve kültürel düzeyde az gelişmiş durumdadır. Diğeri ise, sosyal ve kültürel anlamda değişmiş, entelektüel kitlelerin Gölbaşı’sı.   Bu küçük kasabada son zamanların moda deyimiyle iki küçük Türkiye görmek mümkün.   Hemen İmrahor’dan ilerlediğimiz de devamında Çankaya  ilçesi var; Çankaya ilçesi  Ankara’nın başkentidir. Tek bir sinema salonu dahi olmayan Gölbaşı’ndan, şimdi Mamaklı arkadaşım Mamak’ta da sinema salonu olmadığını söylüyor. İki ayrı sinema salonu dahi olmayan ilçelerin arasında Çankaya kültürel anlamda çok farklı bir noktadadır. İmrahor Vadisi’nin farklı iki uç kültürü barındırmak gibi de bir misyonu da var. İmrahor Vadisi’nin sonunda Mamak ilçemizde gelişme konusunda Çankaya kadar şanslı olamamıştır. Ankara’nın çöplüğü olmaktan kurtulmaya çalışan  bu ilçemizin çevre sorunlarını hepimiz bilmekteyiz.

Değerli konuklar Ankara’nın vadilerinin ilk kez 1989 yılında Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Murat Karayalçın döneminde  ele alındığını biliyoruz. Dikmen ve Portakal Çiçeği Vadileriyle birlikte, İmrahor Vadisi de projelendirilmiş fakat uygulamaya başlanamamıştır. Daha sonra gelen belediye yönetimi ise konuya ilgi duymamıştır.  Bugün gündemimizdeki bu vadi Ankara’nın geleceği açısından son derece önemli bir uygulama alanıdır. Bizlerin üzerinde hassasiyetle durduğu konu, bu alanın başta Mogan ve Eymir Gölleri olmak üzere kirlenmiş unsurlarının temizlenmesi yeni kirlenmelere  engel olunması ve doğal yaşam alanı olarak düzenlenmesi, gelecek kuşaklara bu mirasın bırakılmasının sağlanmasıdır. “Umutlu musun?” diye soracak olursanız; ben yanımda bir tek kişi bulmuşsam umutluyum, umutlarımı korurum. Bugün burada sizlerle birden fazla olduğumuza göre daha çok umutluyum. Fakat bütün dünyada bir yılda silahlanmaya 700 milyar dolar, temiz su ve hijyen içinse sadece 20 milyar dolar harcandığını duyduğumda, yine Türkiye’nin en büyük Damlataş Mağarası olan Gölbaşı Tuluntaş Mağarası’nın üzerinde parlamenterlerin villa yaptığını gördüğümde,   yetkililerin bu rezalete dur demediğine tanık olduğumda umutsuzluğa kapılmıyor değilim.

Değerli konuklar, son yıllarda artan sivil hareketlerden birinin düğmesine bugün burada hep birlikte basıyoruz. İmrahor Vadisi etkinlikleri bir başlangıçtır. Bu hareket sadece Gölbaşı, Çankaya, Mamak, ilçeleri için değil, Ankara için de son derece önemlidir. Ankara’ya bir akciğer kazandıracağımızı düşünüyor, heyecanlanıyorum. Uzun mesafeler küçük adımlarla atılırmış. Birlikte yeni bir yürüyüş başlatıyoruz, yolumuz açık olsun, hepimize kolay gelsin. Sempozyumun tüm katılımcılarına başarılar diliyor, hepinizi tekrar sevgi ve  saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

OTURUM BAŞKANI- Sayın İsa Çapanoğlu’na, Sayın Sadık Şahin’e, Sayın Nazmiye Halvaşi’ye konuşmaları için teşekkür ederiz. Ankara’nın geleceği için çok önemli bir girişimi cesaretle başlattıkları  ve heyecanları için kutlarız. Hepimizin el birliğiyle bu girişimin başarılı sonuçlara ulaşacağı inancını belirtmek isterim. Bildiriler kısmına geçiyoruz sempozyumun. İlk iki bildiriyi sunmak üzere Sayın Prof. Dr.  Yüksel Öztan’ı ve Sayın Erdal Kurttaş’ı masaya davet ediyorum. Sayın Prof. Dr.  Yüksel Öztan’ın konuşması “Ankara Kenti Açık ve Yeşil Alan Sisteminde İmrahor Vadisi” başlığını taşıyor. Sayın Erdal Kurttaş’ın sunuşu ise “Ankara Kenti Vadileri İçin 1923 ve 2000 Yılları Arası Plan ve Uygulamaları” başlığı altında.

Prof. Dr. YÜKSEL ÖZTAN- Sayın Başkan, sayın hocalarım, değerli konuklar. Step iklim koşullarının etkilediği bir bölge olan İç Anadolu’da vadiler ekolojik ve özellikle mikro-klima koşulları yönünden diğer coğrafi etmenler arasında olumlu bir ayrıcalığa sahiptirler. Bu nedenle vadiler dünyanın jeo-biyolojik dönemleri ve insan coğrafyasının kültürel tarihi boyunca canlı varlıklar için yaşam ve üretim alanı, insanlar için konaklama ve yerleşim yeri olarak aranan ve tercih edilen peyzaj varlıkları olmuşlardır. Bu anlayış içinde batı ülkelerinde akarsular, vadi tabanları ve yamaçlarla birlikte kentlerin ana damarları olarak benimsenen yaşam ortamlarıdır. Bu ülkelerde, bu yerler için koruma ve kullanımın estetik ve işlevsel açılardan sürekliliği ve dengeli bütünlüğü için kamu desteğine dayalı her türlü yasal önlemlerin alındığını izliyoruz. Doğal özellikleri olabildiğince korunmuş bu yerler, bir yandan görsel nitelikleriyle rekreasyon ve ulaşıma olan katkıları nedeniyle  kentin prestij alanları, öte yandan kentleri fiziksel yönden biçimlendiren ve yönlendiren dominant peyzaj elemanı olarak değerlendirilirler. Batı ülkelerinde bu anlayış kent  imarının açık ve yeşil   alan sistemine dayalı olarak büyütülmesini sağlamış, sürekliliğini yaratmıştır.

Örneğin Stuttgart kenti, 1960 yıllarına doğru  hava kirliliği ve yeşil alan yüzünden oldukça sorunlu yerleşimler arasında sayılmaktaydı. Özellikle hava kirlenmesinin önlenmesi, giderilmesi amacıyla iklim planlama çalışmalarının yapılması zorunlu görülmüştür. Bu amaçla  kentin üzerinde oluşan durgun, kirli havanın düşük hızdaki rüzgâr tarafından itilememesi ana sorunu yarattığından, Ankara için de bu durum söz konusudur. Mikro-klimatik sistirasyon ile kent peyzajının  korunması  öncelik kazanan iki konu olarak benimsenmiştir.  Bu amaçla Stuttgart kenti ve çevresinde yer alan vadi işleri titizlikle korunmuş ve 1960 yılından bu yana kentin imarı ve gelişmesi vadi işlerinin değerlendirilmesine dayalı olarak yürütülmüştür. Buna karşın ülkemizde yakın zamana değin yerleşmelerin odağı durumunda olan akarsularımızın birçoğu üzeri kapatılmak suretiyle kent coğrafyasından silinmekte ya da kanalizasyonlar için bir drenaj kanalı olarak kullanılmakta,  vadi tabanları ise yerleşimlere açık tutulmaktadır. Örneğin Ankara kenti akarsularının ki, Çubuk Çayı, Hatip Çayı ve  İncesu Deresi  genellikle üzerlerinin kapatıldığını, sorun yaratan kaynak durumuna getirildiğini, Hacıkadın, Çubuk, Kayaş,  Ayrancı, kısmen  İmrahor ve Dikmen vadilerinin ise yapılarla doldurulduğunu görüyoruz. Oysa Jansen’nin 300 bin nüfus için 1932 yılında hazırladığı imar planında  özellikle mikro-klima değerlerine sahip vadi tabanları ve düzlükler yapılardan uzak tutulmuş, İncesu Vadisi dinlenme alanı,  Bentderesi  ve Çubuk Çayı vadileri ise yüzme ve diğer sporlar, açık hava etkinlikleri için rekreasyon merkezi olarak önerilmiştir. Cebeci semtinin güneydoğusunda İncesu Vadisi’nin genişlediği alanda bugünkü Cebeci Stadyumunun bulunduğu kesim spor alan ve tesisleri öngörülmüştür. Planda açık ve yeşil alanların kent içi ve yakın çevresindeki dengeli dağılımları topografik ve morfolojik özellikler ile mikro-klimatik koşullara uygun alan kullanımını, açık ve yeşil alanlar ile yapı kitleler arasındaki dengeyi  görmek olanaklıdır.

Kent estetiğine de önem veren Jansen’in planında yeşil yol planlamasına ilişkin ölçütlerin temel kurgusunu bulmak olasıdır. 1932-1957 yılları arasındaki çalışmaları yönlendiren Jansen plan dönemini takiben 1957 ve 1969 Yücel Uygaz’ın planını dönemine ilişkin  imar planı açıklama notunda, Ankara suyunun, Ankara’nın su ihtiyacını hiç olmazsa  sulama bakımından hafifletecek bir tesisin   İncesu Deresi üzerinde kurmak olanağına değinilmektedir. Orta İmrahor Köyü civarında yapılacak bir baraj ile kış aylarında önemli miktarda su depo edilebileceği vurgulanmakta; ayrıca  İncesu Barajı üzerinde kurulacak bir hayvanat bahçesinin kentin çok yakınında önemli bir gereksinmeyi karşılayacağına işaret edilmektedir.

 Yücel Uygaz’ın plan döneminden sonra “Ankara Metropolitan Alan Nazım Plan Bürosu” döneminin 1969-1984 yılları arasındaki plan önerileri arasında Ankara kent bütünü ve yakın çevresi için rekreasyon değerlerini araştıran ve planlama önerileri getiren bir çalışma büro tarafından benimsenmiştir. Bu çalışmanın plan kararları arasında, kentsel gelişme sürecinin etkisi nedeniyle, tahrip edilme olasılığı bulunan İmrahor Vadisi’yle, Bayındır, Çubuk Barajları ve Gölbaşı’nın ortaya koyduğu rekreasyon potansiyelinin bütün olarak ele alınarak ve değerlendirilmesi rekreasyon alanları koruma ve gelişme planlarının  hazırlanması yer almaktadır. 1983 yılını takiben “Ankara Metropolitan Alan Nazım Bürosunun” kapatılmasından sonra Ortadoğu Teknik Üniversitesi  Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Elemanlarından bir grup ile belediyenin ilgili biriminin katkılarıyla yürütülen çalışmaya ilişkin “2015 Yapısal Plan Öneri” döneminin önemli kararlarından biri Ankara Vadilerinin değerlendirilmesi, metropolitan alandaki yeşil kuşak çalışmalarının hızlandırılması, İmrahor, Mogan su halkalarının kurulması, kent içinde ve çevresinde büyük farklılığın  oluşturulması gibi hususlar önerilmiştir.

En son Ankara Büyükşehir Belediyesince başlatılan, daha sonra sınırları Ankara il bütününe genişletilen ve  Bayındırlık Bakanlığı tarafından onanan ‘2025 makroform önerisi içerisindeki öneri  dikkat çekicidir. Bu önerinin, konumuzla ilgili tarafı İmrahor Vadisi’ni de kapsayan Elmadağ Kayak Merkezi, Yakupaptal Köyü, Karataş Köyü ve Yaylabağı ve çöplük arasında yer alan çok amaçlı turizm, rekreasyon merkezi ile bu alanın kent ile Eymir Gölü aksi  ve kayak merkezi bağlantısı önerilmektedir. Buraya kadar değindiğim konular, plan defterini öneri halinde ve plan halinde ortaya koyan çalışmalardır. Ancak günümüzde bu vadi içerisinde somut olarak, Orman Bakanlığının yapmış olduğu ağaçlandırma çalışmalarını izlemekteyiz. Ben konuşmamın ikinci bölümünde Ankara metropolitanı, açık ve yeşil alan sistemi için  makro düzeyde, acaba gelişme stratejisi ne olabilir ve bu stratejiye dayalı olarak İmrahor Vadisi’nin sınırları içindeki kısmın değerlendirilmesi nasıl olabilir; ona değinmek istiyorum.

Birincisi makro düzeyde gelişim stratejisi kapsamındaki bir yaklaşım kuşkusuz Ankara metropolitanının  açık  ve yeşil alan sistemi nasıl  olmalıdır sorusunun yanıtıyla ilgilidir. Bu soruya yanıt ararken gerek konum, gerekse fiziksel ilişkiler açısından İmrahor Vadisi’nden beklentilerimizin önemi ve değeri   büyük boyutlar kazanır.

Gölbaşı yerleşimi, Mogan ve Eymir Gölleri, Gölbaşı Özel Çevre Yazışma Alanı,geçen yıl yapılan. Devam ediyoruz,  Cebeci ‘deki 50. Yıl Ankara Parkı, Kurtuluş Parkı, Abdi İpekçi Parkı, Atatürk Kültür Merkezi Kompleksi, Atatürk Orman Çiftliği, Şeker Fabrikası yerleşimi, Belediye Olimpik Oyunlar Alanı, Yeni Hipordum, Zirve Mürted Ovaları kent için çok önemli bir aks oluşturmaktadır.  Bu aks aynı zamanda kentin yeşil omurgası niteliğindedir. Çok önemli potansiyel bir kaynak durumunda olan bu aksiyel  dizinin Ankara metropoliteli açık ve yeşil alan sistemi ve hatta kentin imar planı için temel  veri olarak kabul edilmesi, korunması ve geliştirilmesi gerekli ve zorunludur. İmrahor Vadisi’nin sınırları içinde kalan kesimin, alan kullanım gelişme stratejisi konusunun ise gerek metropolitan  kent ölçeği açısından, gerekse vadinin yakın çevresindeki öteki alanlar açısından irdelenmesi ve planlama kararlarının böyle bir bütüncül yaklaşım anlayışıyla  ele alınması gerekmektedir.

Evet proje alanını Eymir ve Mogan Gölü’nden sonra Haymana’ya doğru Anadolu Botanik Bahçesi ve  Ziraat Fakültesinin Uygulama Çiftliğiyle fiziksel ve işlevsel  olarak bütünleştirmek, ilgili kuruluşlar arasında işbirliği yaratmak suretiyle kuşkusuz mümkün  olabilir. Bu suretle bazı kullanımların tekrarı ve İmrahor Vadisi’nin           kullanımlarla yoğunlaşması önlenmiş olacaktır. Bu itibarla İmrahor Vadisi için çevresinin planlama ve tasarımına bütüncül yaklaşımı temel karar olarak benimsenmelidir.

İkinci olarak, İmrahor Vadisi’nin değerlendirilmesinde, doğal SİT  kararı ve koruma kullanım anlayışına dayalı olarak geliştirilecek planlama da, var olan doğal ve kültürel  bazı özelliklerin korunmasına öncelik tanınmalı, eklenecek rekreasyonel kullanımlar için duyarlı davranmalıdır.

Üçüncü konu, İmrahor Vadisi için gerekli onarım çalışmalarıdır. Vadi tabanında bir süreden beri faaliyette bulunan tuğla ve kiremit fabrikalarının sürdürmekte olduğu kazıların doğada kirlilik yaratmış olduğu bilinmektedir. Öte yandan bu eylemin yaratmış olduğu su yüzeyleri akılcı ve bilimsel yöntemlerle ilginç ve işlevsel tasarımlara dönüştürülebilir. Bu amaçla İmrahor Vadisi için öngörülecek onarım  ilkeleri kapsamındaki çalışmalar:

1-     İşletmecilik sonrası  alan kullanım planlaması,

2-     Yeniden düzenleme,

3-     İyileştirme, bitkilendirme,

4-     İzleme, bakım olarak, dört aşama halinde ele alınmalıdır.

Kuşkusuz, onarım çalışmalarının yeni otoyol geçişinin İmrahor Vadisi ve Elmadağ yeşil kuşağını  zedelediği kesimler ile çöp  ve moloz döküm alanları için de programlamak gerekir. Üzerinde durulması  gereken  diğer bir konu, vadi tabanı ve yamaçlarda yer verilecek kullanımlar için parsel büyüklüklerine ilişkin asgari ölçüler için  bir standartın saptanmasıdır. Bu konuda Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından  İmrahor Vadisi rekreasyon alan projesi için  bazı ölçüler zaten önerilmiş  bulunmaktadır. 

Son olarak İmrahor Vadisi için işlevsellik esas olmak üzere -ki eğitim, öğretim, rekreasyonel geliştirmeler ve ekonomik sonuçlar konusunda esas olmak üzere- alan kullanımı ve tasarım açısından bir ihtiyaç programına deyinmek istiyorum. Örnek verilmesi gerekirse; Türkiye Cumhuriyeti Çevre Bakanlığı Özel Çevre Koruma Kurumu ile Ankara Üniversitesi arasındaki sözleşme uyarınca, Haymana yolu üzerinde 1 350 dekar büyüklükte bir alan için projelendirdiğimiz Anadolu Botanik Bahçesi -ki alan proje dışarıda sergilenmektedir- ve Anadolu Botanik Bahçesinden sonra aynı Bakanlık tarafından 2001 yılında yarışması  yapılan, Gölbaşı Özel Çevre Alanı onu takiben yönetimi Ortadoğu Teknik Üniversitesi  sorumluluğunda olan  Eymir Gölü havzası ile İmrahor Vadisi  için bitkisel ağırlıklı bir alan kullanımı, tekrarı olmayan ancak birbirini tamamlayan konularda olmalıdır. Örneğin Anadolu Botanik Bahçesinde bilimsel ağırlıklı eğitim, öğretim ve araştırma işlevli bir botanik bahçesi, Eymir Gölü’nde ağaç türlerinden oluşan bir arboretium, İmrahor Vadisi’nde ise plastik  ve fonetik sanat etkinlikleriyle desteklenen hematit bahçe tasarımlarından oluşan, kısmen eğitim amaçlı bahçe sergisi, ulusal ve uluslararası boyutlarda düşünülebilir.

Teşekkür ediyorum arkadaşlar.  (Alkışlar)

OTURUM BAŞKANI- Sayın Prof. Dr. Yüksel Öztan’a konuşması için teşekkür ederiz. Kendisi Ankara’nın açık ve yeşil alan sistemi ve İmrahor Vadisi’nin bu sistem içerisinde konumu, anlamı ve geleceğini tartışıp öneriler aktardı. Tekrar teşekkür ederiz; ayrıca zamanı çok dakik kullandığı için de teşekkür ederiz.

Sıra Sayın Erdal Kurttaş’ın sunuşunda, bildirisinde. “Ankara kenti  vadileri için 1923-2000 yılları arasında plan ve uygulama çalışmaları”. Buyurun lütfen.

ERDAL KURTTAŞ- Değerli  vadi dostları, size böyle seslenmek istiyorum. Çünkü bugünden sonra, bu başlatılan çalışmada sizleri hep yanımızda görmek isteğiyle bu şekilde hitap etmek istiyorum.

 Ben sözlerime Milattan Önce 4’ncü yüzyıl diye başlarsam, umarım ürkütmüş olmam; ama kısa keseceğim. Milattan Önce 4’ncü yüzyıldan itibaren yerleşime konu Ankara’nın Frig, Hitit, Galat, Roma, Bizans, Osmanlı dönemlerinde önemli bir merkez olduğunu biliyoruz. Roma döneminde 100 bin nüfusa ulaşan kent, Osmanlıların gerileme döneminde küçülmüş. Ancak 19. Yüzyılın sonlarında su kanallarının yapımı ve 1892 yılında demiryolunun bağlanması ile yeniden  ticari önemini kazanmıştır. 13 Ekim 1923’te başkent olmasıyla  birlikte ülkemizin merkezi olmuş, kazandığı  idari ve kültürel işlevlerle birlikte siyasi bir merkez olarak da 1930’lu yıllarda tekrar Roma dönemindeki nüfusu olan yüz bine erişmiştir. Başkentin planlanması, cumhuriyetle birlikte özel önem kazanmıştır. 1924’te Şehremanetinin kurulmasının ardından 1925’te Lovşer tarafından 150 hektarlık yeni şehir planı hazırlanmış ve uygulanmıştır. Bu planla ilgili erişilebilen bilgi günümüzde oldukça sınırlıdır. Prof. Dr. Gönül  Tankut bu çalışmanın bir plan olmaktan çok  kendisinden sonraki planlama çalışmaları için neredeyse zararlı olduğunu düşündüren bir kroki olduğunu belirtmekte ve bu çalışmanın ürkek bir deneme olduğunu ifade etmektedir.

1928’de kurulan Ankara İmar Müdürlüğü özel yetki ve görevlerle donatılarak faaliyete başlamış, kentin imarı  ile gelişimi konusunda tedbirler alınmaya ve bu tarihlerde 1934’lerin başlarında ilk kez vadi yamaçlarında Altındağ etekleri, Bentderesi Vadisi, İncesu Deresi yamaçları ve Akköprü civarı gibi yerlerde, plan  ve yapılaşma koşullarına aykırı yapılaşmalardan söz edilmeye başlanılmıştır.

 Cumhuriyetin kuruluşundan sonra belirtilen tarihler itibariyle, kaçak ve ruhsatsız yapılaşmaya konu olan mekânlar ilk elde vadiler olmaktadır. Bir anlamda başkentin mekansal coğrafyasındaki yanlışlıklar, daha o günlerden şekillenmeye başlamıştır. İleriki tarihlerde tarım ekonomisinin ülke çapında  çözülmesi sonucu başlayan kırdan kente göç olgusuyla birlikte plan dışı olan vadi ve dere yataklarının hızla gecekondulaştığını görmekteyiz.  1932’de Prof. Herman Jansen’in 1320 hektarlık alan  için hazırladığı ilk kapsamlı planının özelliklerinden bir tanesinin kendi deyişiyle “dere vadilerini korumak” olduğunu önemle vurgulamak gerekir. Prof. Jansen bu konuda o günlerden şöyle seslenmektedir. “Asırlarca insanlar Anadolu toprağından çalarak istifade ettiler; ormanlar kayboldu, çaylar kurudu, kıtlık, verimsizlik umumileşti. Şimdi düşünülmeye başlanıldı, başıboş gidişin önüne geçerek tecavüzler durduruldu. Tabiat kıymetlerinin mevcut olduğu yerlerde, itina edilerek herkesin istifade edebilmesine meydan verildi. Ankara için her şeyden evvel dere vadileri, barajlar su ihtiyacını temin edecekleridir. Herhalde  bunlarla az masrafla daimi bir kuvveyi imbatiye temin edilebilir.  Su sistemi kuvveti, su sistemi potansiyeli temin edilebilir anlamında bunları söylemiş.

Jansen planının esaslarından birini oluşturan vadi ve dere yataklarını koruma fikriyle bağdaşık olarak, İncesu Vadisi ve Yenişehir’in batısında Cebeci’nin güneyindeki yeşil alanların korunması, Ankara Kalesi’nin sarp yamaçlarının dibinde  akan Bentderesi’yle ilgil  peyzaj sulama projelerinden söz edilmekte ve buradaki taş ocaklarının kapatılması gereğine Jansen plan raporunda özellikle işaret edilmektedir. Çubuk Deresi Vadisi üzerine de önemli koruma ve geliştirme önerileri sunan Prof. Jansen başkentin tepe ve sırtlarına da “Tabiatın yarattığı çok müsait istirahat yerleridir” diyerek, kente ve onun vadilerine bakış açısını o günden önümüze koymaktadır.   Ancak plan öngörülerine göre gelişme 1940   ila 1955 yılları arasındaki önemini kaybetmiş, içgöçler sonucu hızla artan kent nüfusu, korunması öngörülen alanlarda hızla yerleşmeye ve yayılmaya başlamıştır. Bu dönemde Jansen planının öngördüğü 300 binlik kent nüfusu çoktan aşılmıştır. 1955 yılında yarışmaya açılan başkentin imar planını Nihat Yücel, Raşit Uybadin hazırlamışlar ve bu plan 1957’de onaylanarak 5 720 hektarlık bir alan için uygulamaya sokulmuştur. Plan uygulama alanındaki yetersizlikler, aşırı nüfus artışı gibi nedenlerle bu planda kentin sağlıklı gelişmesini yönlendirememiş ve  bu dönemde Ankara’nın Kalaba,  Hacıkadın, Kayaş, Dikmen ve kısmen İmrahor vadilerinde başlayan, kaçak yapılaşmalar kentin  doğal zenginlilerinin elden çıkmasının başlangıcı olmuştur.

Kentin gelişimi süresince, kontrol dışı kaldığını düşündüğümüz vadiler kaçak yapılaşmanın potansiyel rezervlerini oluştururken 1967 yılında Ankara kentinin yakın   etki alanının kontrol amaçlı il programlama çalışmasına girilmiş ve bu sayede doğal ve tarihi  varlıkların korunabilmesi bir parça olsun düşünülebilmiştir. 1969 yılında İmar ve İskân Bakanlığına bağlı  Ankara Metropoliten Alan Nazım Plan Bürosu  kurulmuş ve yeni bir planlama dönemi başlatılmıştır. Bu kurumun varlığı başkentteki plan  uygulamalarının genelini olumlu karakterize ediyor olmasına karşın, içinde bulunulan 70’li yıllarda tüm yurtta artarak süren göç dalgaları hızla  Ankara’nın adı geçen vadilerini kaçak yapılarla doldurmaya başlamıştır. 1950’lerden başlayan artık bu yıllarda oldukça yaygınlaşan siyasi bir popülizmin de bir  sonucu olarak bütün kentin ortak malı olması gereken  kamu alanları ve  özellikle vadiler  kaçak yapılaşmalara maalesef kucak açan yerler haline gelmiştir. 

Genel gidişata engel olmaya çalışan yetkililer, 1970-73’ler arasında kentin önündeki 20 yılı tariflemeye çalışan bir  gelişme şeması ortaya koyabilmişlerdir. Bu tarih itibariyle hedeflenen 3.6 milyonluk kent nüfusu için 19 318 hektarlık gelişme alanı belirlenmiştir. 1977’ye geldiğimizde öngörülen bu alanların yüzde 40’ı gerçekleşirken vadilerdeki kaçak  dokunun daha da sıkılaştığını, oluşan hemşehri mahallelerinin altyapı ihtiyaçlarının, özellikle seçim dönemlerinde belediyelerce karşılandığını görmekteyiz. Ardı ardına çıkarılan imar affı yasalarının sağladığı olanaklar ile işgal edilen vadiler yasal yollarla işgalcilere teslim  edilmiş  olmakta ve ne yazık Ankara vadilerinin bugünkü görünümleri âdeta tescil edilmektedir. 1984’te çıkarılan Büyük Kentlerin Yönetimi Hakkındaki Kanunla kurulan ilçe belediyelerinin, planlama anlayışları ile imar affı yasası birbirine karışınca, bu durum iyice içinden çıkılmaz hale gelmiş ve günümüzde sahip çıkılabilecek vadi neredeyse kalmamıştır.

Tümüyle kısa erimli popülist politikaların mekansal kurbanı olan, başkent vadilerine ilişkin ilk kurtarma söylemleri 1984’te belediye başkanı olan Mehmet Altınsoy döneminde başlatılmış olup, bu kapsamda ele alınan Seymenler Parkı’nın küçük bir deneme armağanı olmaktan öteye gidemediğini görmek gerekir.

1989 yılında belediye başkanı olan Murat Karayalçın kendi döneminde bu söylemi eylem alanında daha da geliştirerek uygulamada Portakal Çiçeği Vadisi ile Dikmen Vadisi çalışmalarını başlatmıştır. Her iki örneğin de planlama ve projeyi uygulama bakımından kritik edilmesi ayrıca önemli bir tartışma konusudur. Ancak açıkça   görülmektedir ki cumhuriyet tarihimizde cumhuriyetimize Başkent seçilin Ankara’nın en kıymetli doğal varlıkları olan vadi ve derelere Jansen’den sonra değil sahip çıkmak, o konuda başkentin  bütününün yararına açık bir yorum getiren bile pek  çıkmamıştır.

Ankara vadilerinin sahipsiz kalışı neredeyse,  Mustafa Kemal cumhuriyetinin sahipsiz kalışı ile eş yaştadır. İmrahor Vadisi’ni koruma ve başkent yararına kullanma konusunda şimdilerde gözlemlediğimiz gönüllü girişimciler, bu bağlamda belki  biraz da Türkiye Cumhuriyetinin kaybolmaya yüz tutmuş değerlerini savuna gelmektedirler.

Hepinize teşekkür ederim. (Alkışlar)

OTURUM BAŞKANI-  Sayın Erdal Kurttaş’a Ankara’nın  tarihçesini, kentin gelişimini özetleyerek vadiler sisteminin sorunlarını aktardığı konuşması için teşekkür ediyoruz.

Programın ikinci kısmına devam ediyoruz, ikinci bölümüne devam ediyoruz. İlk konuşmacımız Gazi Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sayın Orhan Kuntay. Kendisi “Ankara Kenti İçin Olimpik Yerleşim Önerisi ve İmrahor Vadisi” başlıklı bildirisini sunacaklar. Sayın Prof. Dr. Orhan Kuntay’ı konuşmasını yapmak üzere davet ediyorum.

Prof. Dr. ORHAN KUNTAY- Değerli meslektaşlarım, öncelikle Peyzaj Mimarları Odası Başkanını kutlarım. Betül Hanımdan başka bir şey beklemiyorduk, bunu beklerdik, böyle bir şey beklerdik kutlarım özellikle, faaliyetlerinden dolayı. Ben sizlere bir parça” 2025 Nazım İmar Planında nasıl bir şekilde yaklaşılmış bunu sunacağım. Daha sonra da  bir metropol için İmrahor Vadisi ne anlam taşıyabilir? Bunun üzerinde duracağım.

Özel çevre bölgesi şu aks üzerinde devam ediyor. İmrahor Vadisi’nin özel planlama alanı ise bu şekilde gösterilmiş, böyle devam ediyor. İmrahor Vadisi için özel planlama alanı olarak gösterimde yer verilmiş. Tabii planlamada önemli bir konu şu anda geçen Çevre Otoyolu. Çevre Otoyolunun dışarısında kalan bölge metropolitan alan sınırları içerisinde gösterilmiş vaziyette. Dikkat edersek burada birkaç tane köy var. Birinci köy, ikinci köy, üçüncü köy ve  bu köylerin de tabii kentle bağlantıları var. Özellikle Karataş’ın bağlantısının bu İmrahor Vadisi içerisinden geçtiğini ve Mühye Köyü’nden yukarı,  çıkıştaki Mühye Köyü’nün olduğu yer şurası olması lazım, tam gösterilmemiş bu harita da oradan bağlantısı var ve Orankenti. Orankent’den geldiğimizde Mamak Viyadüğü, Mamak Viyadüğü’nden sonra geçtiğimizde de Samsun bağlantısı, bu bağlantı içerisindeki Mamak Bölgesi ve burada önemli bir konu Mamak Çöplüğünün yanı tarafında bulunan Doğukent Projesi Bu kapsam içerisinde özellikle ilk konuşmayı yapan Hocam Oğuz Erol’un üzerinde durduğu konu -ki çok önemli görülüyor Elmadağ- önemli bir bekleyen nokta ve bu Elmadağ’dan itibaren çeşitli vadiler var ve bu vadiler İmrahor Vadisi içerisinde toplanıyor. Bu vadilerden bağımsız olarak İmrahor Vadisi’ni  düşünmek mümkün değil. Demek ki birinci olarak, planlamada bu vadilerle birlikte İmrahor Vadisi’ni ele almak durumundayız.

İkinci olarak ise, ulaşım bağlantıları açısından İmrahor Vadisi’ni belirli olarak ve ODTÜ  yerleşmesiyle Gölbaşı  arasındaki bağlantısının koptuğunu düşünebiliriz. Ancak Gölbaşı’nda birtakım tesislerin de İmrahor Vadisi’yle bağlantılı olduğunu Yüksel Hocam da bir parça açıkladılar. Burada ki botanik bahçesi ve diğer tesisler arasındaki  bağlantıların kurulması gerektiği üzerinde durdular. Bu noktalardan baktığımızda  bir kez bu köylerin ulaşımının acaba İmrahor Vadisi’nden geçmesi gerekir mi, gerekmez mi konusu gündeme geliyor. Bu köy yollarının tabii kapatılması oldukça zor bir konu, yani bir köy yolunun bağlantısı ama İmrahor Vadisi’nin içerisinde bir taşıt yolu olsun mu, olmasın mı? Buranın ekolojik ve yeşil dokusuna buradan geçen taşıtlar ve taşıtların gürültüsü ve benzeri kullanımlar bizim rekreasyon amaçlı kullanımımıza zarar verir mi vermez mi? Konuları önem taşıyor.

 Bizim çalışmalarımıza bir Gölbaşı’nda olimpik bir yerleşmenin olması önerilmiş vaziyette. Acaba bir olimpik yerleşme olursa bu olimpik yerleşmeyle İmrahor Vadisi’nin bir bağlantısı kurulabilir mi? Fakat benim asıl bildirim de üzerinde duracağım nokta burada mülkiyetle ilgili sorunlar. Baktığımızda büyük bir özel mülkiyet var ortalıkta. Bu özel mülkiyetin yanında  bir miktar kamunun elinde mülkiyet var. Eğer benim elimde ki haritalar doğruysa bilmiyorum, Raci Hoca daha iyi belirtecektir, benim elimdeki haritalarda çok az kamu mülkiyeti var. Böyle bir kamu mülkiyetiyle özel mülkiyetin oranının çok farklı olduğu bir yerde, nasıl bir planlama yaklaşımı içerisinde olacağız ve bu planlama yaklaşımı nasıl değerlendirilecek?.. Bunu düşündüğümüzde kamunun birtakım etkinlikleri var, bu etkinlikleri tek tek sıralamaya gerek yok. Sivil toplum örgütlerinin yapmak istediği bazı etkinlikler var. Mesela gittiğimizde bugün orada bir oyun oynandı, bir tiyatro sergilendi, çocuklar gösteri yaptılar, biz birtakım gösterilerde bulunduk. Onun da organize edileceği bir alan olarak düşündük. Ama özel mülkiyetin de burada birtakım çekicilikleri organize etmemiz ve bu çekiciliklerden özel mülkiyetin yararlanmasını sağlamamız da  gerekiyor.  Peki, bütün vadi boyunca bu çekiciliği mi yaratacağız? Yoksa bazı noktalarda özel mülkiyeti birleştiren, sözleşmeli bir planlama yaklaşımı ile odak noktaları yaratarak, bu odak noktalarında ortak şirketler vasıtasıyla birtakım etkinlikler yapacağız. Benim burada sunmak istediğim çalışma ise bir eskiz olarak, kısa bir eskiz yaptım, buradaki özel mülkiyetlerin üç odak noktasında toplanması ve bu üç odak  noktasından hareketle planlamanın ele alınması.

Bir kez Mühye Köyü’yle hatta yeşil kent çok önemli bir odak noktası olarak görünüyor. Çünkü vadinin orta noktasında bir yer. Buranın bir teleferikle, basit bir sistemle aşağıda planlayacağımız bir odak noktasına bağlantısının kurulması ve bu odak noktasına köyleri  birbirine bağlayan bir  çevre yolundan,  otopotlarla yaklaşımın yapılması ve bu odaklar birinci odak. İkinci odak, üçüncü odak özel planlama bölgeleri diyebiliriz ve bu odakların her birinin birer tane göletin olması ve bu odakları birbirine bağlayan  elektrikli bir  sistemin veya bir taşıma sisteminin burada işler hale getirilmesi. Burada  benim düşündüğüm hiçbir şekilde taşıtın veya gelip geçen araçların olmaması ve buranın rekreatif amaçlı kullanımını engelleyecek bir şekilde gürültünün ve diğer ağır vasıtaların, benzeri taşıtların  geçmemesi, burada bir elektrikli bir traktörün geçmemesi, rekreatif amaçlı insanları bir noktadan diğer bir noktaya  taşıması gibi düşünülüyor.

Burada bir önemli nokta önermek istediğim bir nokta ise, şuradaki Elmadağ’dan inen  vadiler üzerinde, bazı küçük göletlerin yapılması. Burada tabii kışın su var, yazın su olmayacak. Bu  göletler üzerindeki bentlerin de bir şekilde yol geçmek için kullanılması ve böylelikle bir vadide içerisinde küçük küçük birtakım göletler yapmak ve oradaki mikro-klimayı biraz daha zengin hale getirmek  aynı zamanda da Elmadağ su sisteminin İmrahor Vadisi’ne daha düzenli akışını sağlamak gibi  bir öneri getiriyorum. 

Teşekkür ederim hepinize, sağ olun. (Alkışlar)

OTURUM BAŞKANI- Sayın Prof. Dr. Orhan Kuntay’a bildirisi için ve önerileri için çok  teşekkür ederiz. İkinci bildirinin sahibi Bilkent Üniversitesi Peyzaj Mimarisi ve Kentsel Tasarım Bölümü öğretim elemanlarından  Dr. Gaye Çulcuoğlu. Bildirisinin  başlığı “Ankara Kenti İçin Yeşil   Kuşak Çalışmaları” buyurun.

 Dr. GAYE ÇULCUOĞLU- Salondaki herkesi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum.

Konuşmamın başlığı “Ankara Kenti Yeşil Kuşak Çalışmaları”. Konuşmama öncelikle yeşil kuşağın tanımından başlamak istiyorum. Daha sonra önemli örneklerden söz ettikten sonra  Ankara Kenti Yeşil Kuşak Çalışmalarından söz edeceğim ve kısa da olsa bir öz eleştirisini yapmak istiyorum ve de daha sonra Ankara kenti yeşil kuşak sistemi için öneriler de bulunmak istiyorum. Geçen yüzyılın başından günümüze yeşil kuşak kentsel ve bölgesel ölçekte önemini koruyan önemli bir planlama aracıdır. Yeşil kuşak yerleşimleri çevreleyen açık alan sürekliliği olarak tanımlayabiliriz. Yeşil kuşakta yer alan açık alanlar birbirleriyle bütünleşerek, kentsel alanlardan kırsal alanlara doğru uzanır. Yeşil kuşağı oluşturan açık alan dizisinde doğa koruma alanları, vadiler, su yüzeyleri, tarım alanları, kültürel alanlar ve rekreasyon alanları yer alır.

 Günümüzde yaşanan hızlı ve düzensiz kentleşmenin sonucu olarak kentsel çevrelerde su kaynakları, tarım alanları ve doğal yaşam ortamları, gelişlim baskısı altında kalmaktadır. Bir açık alan planlama aracı olarak yeşil kuşak, açık alanların hangi amaçlarla ve nasıl kullanılacağı sorun olarak yanıtlarını ararken peyzaj planlama disiplininin ilkelerini temel almaktadır. Yeşil kuşak ekolojik ve rekreasyonel amaçlarla planlanan, uygulanan ve yönetilen bütünleşmiş ya da örgün  açık alanlar bütünlüğüdür. Yeşil kuşağın ana hedefleri, su kaynaklarının korunması, biyolojik koruma ve rekreasyon olanaklarının zenginleştirilmesidir.

 Yeşil kuşak denildiği an hepimizin aklına gelen örneklerden birisi Londra kenti yeşil kuşak  alanlarıdır. Yeşil kuşaklar Londra kenti metropoliten alanının, yüzde 22’sini kaplamaktadır. Londra kenti açık alan sistemini incelediğimiz zaman sistemi oluşturan  önemli elemanları, yeşil kuşak alanları, metropolitan parklar, yeşil zincir, rekreasyon alanları, akarsular, göletler ve kanallardan oluştuğunu görmekteyiz. Yeşil kuşak içerisinde yer alan aktiviteleri incelediğimiz de ise, yeşil kuşak içerisinde; tarım, orman alanları,  meyve bahçeleri, mezarlıklar, mevcut enstitüler, doğal koruma ve yaban yaşama alanları, kanallar, göller, hobi bahçeleri ile kısa süreli kamping ve karavan tesislerini görmekteyiz.

 Bir başka örnek, son yıllarda planlanmasıyla önemli örneklerden bir tanesi Frankfurt yeşil kuşak  planı. Frankfurt’ta ise 1990 yılında kenti yeşil kuşak planına hazırlamak üzere yerel yönetime bağlı bir “Yeşil Kuşak Bürosu” oluşturulmuştur. Yeşil Kuşak Proje Bürosu  açık alan planlama sürecinde ulusal ve uluslararası düzeyde atölyeler, kongre ve yarışmalar düzenleyerek kent halkını, profesyonelleri, akademisyenleri bir araya getirmiştir. Daha sonra yeşil kuşak alanlarının önemli özellikleriyle birlikte, projenin sosyal, ekolojik, politik ve ekonomik analiz edilmiştir. Yeşil kuşağı bu denli bir açılım getirmek, bu projenin önemli katkılarından bir tanesi, Literatüre de yeşil kuşağı ekolojik, politik ve ekonomik  yönleriyle ele almak ve daha sonraki yıl kent “Yeşil Kuşak Yasasını” kabul ettiğini  görüyoruz. Yeşil kuşak yasasını incelediğimizde yasanın dört bölümden oluştuğunu görüyoruz. Birincisi yeşil kuşak alanını tanımlayan bir arazi haritasının bulunduğunu; ikincisinde bu alanda nasıl bir gelişmenin öngörüldüğünü anlatan yeşil kuşak planını; üçüncü bölümde ise doğa koruma, planlama ve idari yapıyla ilgili ve ilkeleri belirleyen bir yeşil kuşak bildirgesini; son kısımda ise yeşil kuşağın mevcut yasal ve politik  araçlarla nasıl korunacağı açıklanmıştır.

Bunlardan sonra hemen Ankara kentini, Ankara kentindeki yeşil kuşak yaklaşımı ve çalışmalarına baktığımız zaman Ankara yeşil sistemine ilişkin ilk vurgu  ve  önerinin Prof. Dr. Yüksel Öztan tarafından 1968 yılında kendisine ait doçentlik tezinde akademik düzeyde tartışmaya açtığını görüyoruz. Daha sonra ise 1990 tarihli Ankara Nazım Planında açık ve yeşil alanlara  ilgili kararlarda baskılara tavır alınarak,  vadi tabanlarının yeşil işlevlere tahsisi ve mevcut yerleşim alanları çevresinde yeşil kuşak çalışmalarının başlatılmasının önerildiğini görüyoruz. Hemen  bu öneriden sonra yeşil kuşak ağaçlandırma çalışmaları 1980’li yıllarda Tarım Bakanlığı Ağaçlandırma Genel Müdürlüğü, Çevre Müsteşarlığı ve Ankara Nazım Plan Bürosunca başlatılıyor. O dönemde yeşil kuşak ağaçlandırma proje alanlarına baktığımız zaman,  Ankara Çayı’na dökülen Çubuk, Hatip ve İmrahor Dereleri’nin havzalarından oluştuğunu görmekteyiz. Yeşil kuşak ağaçlandırma çalışmalarına ait raporlarda neden bu üç derenin seçildiğiyle ilgili açıklamalarda şunlar yer almaktadır.

Çubuk Deresi’nde, 1936 yılında inşa edilen bir adet içme suyu barajı mevcut olup, burası aynı zamanda kent halkı tarafından kullanılan bir rekreasyon merkezi  oluşu. Hatip Deresi’nin ise büyük bir havza olup, Ankara-Kırıkkale Demiryolu ile Ankara Samsun Karayolunun bu havza içerisinden geçmesi ve Ankara’nın içme suyunun  bir kısmını karşılayan Bayındır Barajı’nın gene bu dere üzerinde bulunması. İmrahor Deresi’nin ise Ankara’nın güneyinde Mogan ve Eymir Göllerinden başlamakta,  Ankara’nın yerleşim merkezinden geçerek Ankara Çayı’na dökülmesi ve ayrıca Ankara’yı sel ve taşkınlarıyla tehdit eden derelerden biri olması vasıtasıyla yeşil kuşak ağaçlandırma çalışmaları bu özellikle sözü edilen üç dere  üzerinde yoğunlaşmıştır.

Yeşil kuşak ağaçlandırma projesi 1983 yılından  bu yana devam etmektedir. 24 408 hektarlık bir alanı içine almaktadır. Projenin Ankara kenti çevresinde yer alan hazine arazileri üzerinde gerçekleştirildiğini görüyoruz. Kamu kurumları ve kuruluşlarına ait arazilerde ise istek geldiği takdirde yeşil kuşak çalışmaları ile bütünlük sağlandığı ve tapu kayıtlarında ağaçlandırılmış arazi diye belirtildiğinde bu araziler de proje kapsamına alınmaktadır. Biraz sonra slaytlarda da izleyeceğiz; özellikli İmrahor Vadisi’nin bazı yamaçlarında bu çalışmaların olumlu katkılarda bulunduğunu görmekteyiz ve Ankara kenti genelinde önemli katkılarda bulunmuştur bu çalışmalar ve 1996 yılında bu çalışmalara ait yayınlanan bir başka tahmin de başta konulan amaçlara yenileri eklenerek yeşil kuşak proje çalışmalarının amaçları şöyle belirtilmiştir ve Orman Bakanlığı tarafından 32  ilde yeşil kuşak proje çalışmaları sürdürülmektedir. Bu amaçlara hızlıca baktığımız zaman:

1-     Büyük kentlerimiz de çevre ve hava kirliliğini azlatmak,

2-     Kent ormanları tesis etmek,

3-     Kentlerin planlı ve düzenli gelişmesini sağlamak,

4-     Ülkenin turizm potansiyelini arttırmak,

5-     Sel ve taşkın zararlarından korumak 

6-     Değerlendirilemeyen toprakları ülke ekonomisine kazandırmak.

Ayrıca, 1990 yılında Ankara  Büyükşehir Belediyesi tarafından başlayan 1994 yılında tamamlanan AKAP (Ankara Kenti Ağaçlandırma Proje) Çalışmaları da yeşil kuşak ağaçlandırma projeleriyle birlikte çalışan önemli projelerden bir tanesidir.  Ancak konuşmamın hemen  başında yaptığımız tanımlama ile bugün Ankara kentinde sürdürülen yeşil kuşak ağaçlandırma projesini karşılaştırdığımız zaman  göreceğiz ki yeşil alanları yeşil kuşak sisteminin sadece bir parçasıdır. Yeşil kuşakla ilgili günümüzdeki sorunlara baktığımız zaman, yeşil kuşak alanlarının genelde yüksek eğimli, çok parçalı, kopuk kopuk olması ve kentsel yaşamda hemen hemen hiç algıya girmemesi, algılanamaması uygulamanın zayıf yönlerini oluşturmaktadır. Bunun nedeni arazi mülkiyetinden kaynaklanmaktadır.  Bu noktada arazi politikasının önemi ortaya çıkmaktadır.

Yeşil kuşak çalışmalarının sonucu, gerçekleştirilen uygulamaların bir kısmı olarak bir kısmı bitkisel malzeme olarak yetersizidir ve hemen hepsi de incelendiğin de Ankaralıların rekreasyon gereksinimlerini karşılayacak donatılardan yoksundur.  Yürütülmekte olan çalışmaları tehdit eden konular bilinçsiz kullanım, yangın ve gecekondudur. Ayrıca kaynak yetersizliği Bakanlığın ağaçlandırma  çalışmalarını yeterince ödenek ayıramaması çalışmanın hızını yavaşlatmaktadır. Peki, bütün bu söylediklerimizin sonrasında “yeşil kuşak sistemi için ne söyleyebiliriz, neler önerebiliriz?” diye baktığımız zaman bugün -ki toplantının da ana konusunu oluşturan İmrahor Vadisi- tabii ki özlenen, istediğimiz başta tanımını yaptığımız yeşil kuşak sisteminin en önemli bileşenlerinden biri olmalıdır Ankara kenti  için.

Step karakteri içersinde Ankara kentinde ve çevresinde yer alan vadiler, su yüzeyleri, göl ya da göletler, akarsular, yaylalar, tarım alanları, ağaçlandırma alanları ve doğa parçaları yeşil kuşak sisteminin ana bileşenlerini oluşturacak potansiyel alanlarımızdır. Ancak bütün bu alanların birlikteliği  ve yeşil kuşak sisteminin oluşturulabileceğini düşünüyorum. Ankara kenti yeşil kuşak çalışmalarına gene batığımız zaman ne kentsel yeşil ve açık alan sisteminin bugüne kadar oluşturulduğu imar çalışmalarında, ne de yeşil kuşak çalışmalarına dönük bir kavramsal çerçevenin varolamadığını görmekteyiz. Böyle bir kavramsal çerçevenin olmayışı planlama ve uygulama çalışmalarını yönlendirecek temel ilkeler ve buna dayalı çalışma programlarında varlığı söz konusu olamamaktadır. 

Peki neler yapabiliriz? Yeşil kuşak kavramının öncelikle doğru biçimde tanıtılması gerektiğine inanıyorum. Bilinç ve duyarlılığın sağlanmasıyla, sürekliliğin oluşturulabileceğini düşünüyorum. Mevcut siyasal ve politik altyapıyla birlikte planlama, uygulama ve yönetim stratejilerinin geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Birkaç slaytımız var. Şu anda gördüğümüz İmrahor Vadisi ve İmrahor Vadisi’nin yamaçlarında sürdürülen ağaçlandırma çalışmaları. Ağaçlandırma bölgeleri ve İmrahor Vadisi. Bu ise İmrahor Vadisi değil. Ankara kentinde bazı vadileri kaybettik.  Hacıkadın Vadisi’nin sonunda yer alan bir eski Ankara bağ evi hâlâ kullanılabilecek ve kurtarılabilecek yerlerimiz mevcut.

Bundan sonra izleyeceğimiz üç slayt 1997 yılında tamamladığım doktora çalışmam sırasında yaptığım birkaç çizim. En  açık sarıyla belirtilen yer metropoliten açık alanlar, kentin içinde varolan. Açık maviyle belirtilen kısımlar, şu an yeşil kuşak ağaçlandırma proje alanlarının yerlerini gösteriyor. Kırmızıyla taralı  alanlar Ankara kenti çevresinde bulunan vadileri gösteriyor. Diğeri ise, demin söz ettiğim doktora tezi  çalışmamla ilgili tarım alanları, meyve bahçeleri yeşil kuşak sisteminin  önemli bileşenleri.

Teşekkür ederim.  (Alkışlar)

OTURUM BAŞKANI- Sayın Dr. Gaye Çulcuoğlu’na dünyada, Türkiye’de ki yeşil kuşak alanlarını aktardığı ve İmrahor Vadis’ini yakından tanıttığı bildirisi için teşekkür ediyoruz.

Bu oturumun son konuşması, son bildirisinin başlığı ‘Ankara Kentinde Bir Vadi Değerlendirme Örneği Dikmen Vadisi” bu bildiri Sayın Doç. Dr. Şükran Şahin ile Sayın Prof. Dr. Yalçın Memduğ’un. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı  Bölümü öğretim elemanları, öğretim üyeleri. Kendileri burada olmadıklarından bildiriyi Araştırma Görevlisi Osman Uzun sunacak. Buyurun efendim.

Araş. Gör. OSMAN UZUN- Sayın başkan, değerli konuklar, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümünde Doç. Dr. Şükran Şahin, ve Prof. Dr. Yalçın Memduğ tarafından hazırlanan “Ankara Kentinde Bir Vadi Değerlendirme Örneği Dikmen Vadisi” isimli bildiriyi sizlere sunmaya çalışacağım.

Dikmen vadisi, Ankara kentsel gelişim alanının  güneyinde bulunan bir akarsu vadisidir ve su toplama havza alanı yaklaşık 28 km’dir. Havzanın en geniş bölümü 4 km’dir. su kanalının toplam  uzunluğu  13 km iken kentsel   etkiler sonucu 4,5 km’lik bir bölümü  doğal olarak akmaktadır. Dikmen Vadisi’nin günümüze kadar olan, alan  kullanım projeleri ekolojik özellikler ve süreçler ile sürdürülebilirlik hemen hemen hiç göz  önünde bulundurulmaksızın daha çok  politik amaçlar ve sosyoekonomik kentler gereksinimlere göre üretilmişlerdir. Bunun sonucunda da akarsu sistemi mevcut ve potansiyel çevresel baskılarla karşı karşıya kalmıştır. Bunda şüphesiz çalışma alanı sınırlarının belirlenmesinde yaşanan karmaşa da etken olmaktadır. Çalışma alanı sınırları saptanırken öneri proje kaynaklı ekolojik, teknik ve yönetsel sınıflandırmaların yer alması yararlı olacaktır. Sadece teknik ve yönetsel sınırlamalar göz önünde bulundurulduğunda ekolojik sınırların, idari sınırlarla çakışmaması, dolayısıyla ekolojik etkilerin büyük olasılıkla doğru saptanamaması söz konusudur. İdeal olarak ekolojik değerlendirme yapay sınırları ihmal ederken, doğal süreçlerle ilgili sınırları esas almalıdır.

 Ancak bazı durumlarda bu durumda geçerliliğini kaybetmektedir. Çünkü canlı varlıklar için belli bir sınır oluşturulması mümkün görülmemektedir.  Bu sınır saptanmasına ilişkin postel bilgiler arasında Gölbaşı konusundaki pobtel bilgiler çok daha detaylı bilgiler yer almakta. Araştırma kapsamında Dikmen Vadisi ve benzeri alanlar için, alan kullanım planlama çalışmalarına temel oluşturarak  bir değerlendirme yöntemi geliştirmektedir. Yönteme ilişkin genel çerçeve belirtildikten sonra vadiye ilişkin öneri kullanımları üzerinde durulacaktır. Akarsu vadileri sahip oldukları biyolojik, ekolojik ve kültürel ve sosyoekonomik özellikleriyle farklı peyzaj karakterleri sunarlar. Bu nedenle veri toplamadan analiz etme ve değerlendirmeye kadar stratejik   bir planlama yaklaşımı  gerektirirler. Öte yandan Türkiye’de pek çok yerleşimin akarsu vadilerinde konumlanmış olduğu göz  önünde bulundurulursa, bu tür alanlarda uygulanabilecek veri toplama, kaydetme, analiz etme ve değerlendirme teknik ve  yönetimini içeren  ulusal bir yaklaşıma gereksinim vardır.

Mevcut planlama yaklaşımlarında, yasal yönetmeliklerde su sistemleri hakkında eksik bilgi ve eko sistem yaklaşımı eksikliği, analiz değerlendirme, izleme ve denetleme teknik yöntem ve programı eksikliği, sınırlı sayıda ve karakterde su kaynaklarının dikkate alınması su havzası yönetim organizasyonu konularında eksiklikler görülmektedir.  Bu eksikliklerden yola çıkılarak, temel düşüncesi gerek planlama, gerekse yönetim evrelerinde farklı grup ve disiplinlerin katılımı olan ve ulusal yaklaşım açısından da bir öneri oluşturacak şekilde geliştirilen yöntem, birbiriyle ilişkili üç ana çerçeveyi kapsamaktadır.

Bunlar su havzası yönetim şeması, stratejik planlama yaklaşımı ve holistik değerlendirme. Akarsu vadisi peyzaj potansiyelinin saptanması ve değerlendirilmesine ilişkin ulusal yaklaşım, sistematik olarak genel havza yönetimi ulusal yaklaşımının bir bileşeni olmalıdır. Bir akarsu havzasının peyzaj potansiyelinin saptanması ve değerlendirilmesi için başlangıç noktasını ise havza yönetim şeması oluşturmaktadır. Yasal, yönetsel çatıda oluşması gerekli bu şema havza yönetimi de dahil bütün grupların koordinasyonu ile uygulanır. Havza yönetim şeması, bütün havzalarda   peyzaj potansiyelinin saptanması ve değerlendirilmesinde kullanılacak, stratejik planlama yaklaşımının   geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu yaklaşım alan kullanım kararlarının üretilmesinde izlenecek aşamaları belirler. Havza yönetiminde kaynakların sürdürülebilir, kullanımının sağlanması için izleme, doğrulama ve veri güncelleştirme  vazgeçilmezdir. Stratejik   planlama yaklaşımı, farklı amaçları olan üç aşamadan oluşmaktadır.

Bunlardan bir tanesi strateji geliştirme. Öneri, alan kullanım deseni geliştirilmesi ve kentsel kırsal yatırım projelerinin uygulanabilirliğinin saptanmasıdır. İkinci aşamaya baktığımızda alan kullanımlarının uygunluğunun  saptanmasında holistik değerlendirme yöntemi geliştirilmiştir. Bu değerlendirme  sonucuna göre oluşturulacak alan kullanım deseni  alternatifli olmalıdır. Daha sonra alternatiflerin karşılaştırılmasıyla uygun alternatif seçilerek uygulama önerileri geliştirilmektedir. Holistik değerlendirme yöntemi, alan kullanım  kararlarının geliştirilmesinde en kritik çerçeveyi sağlamaktadır. Ekosistem çeşitliliği ve alan kullanım seçenekleri arttıkça alan değerlendirme daha karmaşık olacaktır. Geliştirilen yöntemde alanın kullanım değeri ve koruma değerinin birleşim veya kesişimi, kullanıma uygunluğu belirlemektedir.

 Bu çalışmada yöntemin holistik değerlendirme kısmı gerçekleştirilmiştir. Kullanım değerinin saptanmasında kullanım kapasitesi analizi ve değerlendirmesi, risk analizi ve değerlendirmesi, çok değişkenli analiz ve değerlendirme  ve Seatle modeli amacımıza göre kullanılmaktadır. Yine koruma değerinin saptanmasında akarsu havzasında çalıştığımız da gözönüne alınırsa, su süreci analizi ve değerlendirmesi, erozyon süreci analizi ve değerlendirilmesi, akarsu vadi sistemi, peyzaj sörvey ve değerlendirilmesi yer almaktadır. Bu akarsu vadi sistemi ve peyzaj sörveyne ilişkin  yine postel bilgiler arasında  Zir Vadisi’ne ilişkin bildiriler yer almakta.

Üçüncü aşama stratejik planlama yaklaşımından, ikinci aşamayla belirlenmiş alanlarda herhangi bir yatırım projesinin uygulanabilirliğinin saptanması için bir yöntem önerilmiştir. Burada parasal ve parasal olmayan değerlendirme yapılmakta, daha sonra çevresel  etki değerlendirmesi ile bağlantı kurularak karar üretilmektedir. Burada yapılacak ekonomik analizin amacı, ender kaynakların en ekonomik olan kullanımını belirlemektir. Bu açıdan ekonomistler tarafından kullanılan araç, alternatif kullanımların avantaj ve dezavantajlarını değerlendirmeye yarayan, yarar maliyet analizidir. Bu analizde en önemli gereksinim, gerçekte parasal ifade ile pazar değeri bulunmayan doğal kaynakların ekonomik değerini bulmaktır.

Yöntemin alana uygulanması, temel de iki aşamada gerçekleştirilmiştir. Peyzaj analizi ve peyzaj değerlendirmesi. Peyzaj analizinde jeolojik yapıdan başlayarak  sistemin jeofiziksel  ve kültürel bileşenlerini incelemek yoluyla, Dikmen Vadisi ve çevresi peyzajının yapısı, fonksiyonu ve nasıl oluştuğunu keşfetmek amaçlanmıştır. Bu analizde mevcut peyzaj bozunumları da incelenmiştir. Peyzaj değerlendirmesinde Dikmen Vadisi koruma ve kullanım değerleri saptanmıştır. Farklı değerlerdeki indikasyon  zonları ve erozyon riski hesaplamaları, sistemin duyarlılığını ve korunması gereken alanları belirlemiştir. Özellikle birinci derece indikasyon zonları yeraltı suyuyla  beslemeleri  ve ekolojik peyzaj alanı  kurmaları nedeniyle önemli koruma alanlarıdır.

Kullanım değerlerinin saptanmasında kentsel gereksinimler ve mevcut baskılar gözönünde bulundurulmuştur. Koruma değeri analizi ile dereceli olarak koruma alanları belirlenmiş, kullanım değeri analizi ise, alan kullanım gereksinim ve olanaklarını belirlemiştir. Kullanım değeri ile koruma değeri sonuçlarının sentezi, alan kullanım deseni önerisini ortaya çıkarmıştır. Sentezi gerçekleştirmede koruma değerleri arazi sörveyi sonucu ortaya çıkan görsel ve ekolojik ilgi alanlarıyla birlikte değerlendirilmiştir. Alanımızda bu aşamalar gerçekleştirildikten sonra, çalışma alanı kullanım olanakları  açısından  değerlendirildiğinde, dört farklı potansiyelden  söz edilebilmektedir.

Bunlar rekreasyon, bio-bahçe, kentsel tarım ve yerleşim. Bu kullanım tipleri birbirinden farklı olmakla beraber kesin sınırlarla birbirinden ayrılamazlar. Kentsel tarım alanları, rekreasyonel  aktivite kapsamında da ele alınabileceği gibi her bir konutta kentsel tarımın bir parçası olabilir. Ayrıca bazı rekreasyon tiplerine, bio-bahçeye ve kentsel tarıma koruma alanlarında yer verilebilir. Bu kullanım tiplerine kısaca göz atalım.

Dikmen Vadisi’nde rekreasyon adı altında yer verilebilecek  alan tipleri; aktif spor alanları, seyir ve dinlenme terasları, eğitim parkları, hobi bahçeleri, motorize olmayan rekreasyonel yaya yolu ve kuş gözlemi olarak  belirlenmiştir. Bir diğer kullanım tipimiz bio-bahçe. Her  akarsu havzasının bir bio-bahçesi olmalıdır. Akarsu havzası ekosisteminin  küçük bir modelini oluşturacak bu bahçe, çevrede mevcut canlı ve cansız malzemenin etiketlendiği, sergilendiği ve üretildiği  açık ve kapalı mekanlardan oluşur. Bu bahçeler özel olarak tasarlanabileceği gibi, botanik bahçeleri, arboretium, herbarium, zooloji müzeleri ya da bahçelerini de kapsamına alabilir. Ekosistemdeki herhangi bir onarım çalışmada kullanılacak, malzemenin temini de bu bahçe tarafından sağlanabilir.

Bio-bahçenin bio çeşitliliğinin  korunmasına  yönelik  çalışmalarda da kilit rol oynayacağı düşünülmektedir. Örneğin ünlü botanikçi Craussen’in 1930’lu yıllarda Dikmen Vadisi’nde 100-150 kadar bitki türü tespit ettiği bilinmektedir. Ancak günümüze geldiğimizde, özellikle kıyı kenarlarındaki bazı bitki türlerinin, yok olduğu gözlenmiştir. Bir diğer kullanım tipimiz yerleşim. Bu kullanım tipi değerlendirilirken de Dikmen Deresi su havzasının üzerinde çalışılan bölümü, çalışmanın yapıldığı yıllarda büyük oranda gecekondu yerleşimleriyle kaplı olduğundan gecekondu alanları da çıplak alanlar gibi  değerlendirilmiştir.  Ancak gecekondularda yaşayan halk hiç yokmuş gibi düşünülemeyeceğinden dolayı ve mevcut imar baskıları nedeniyle,  yapılaşma içinde uygun alanların araştırılması yapılmıştır.

Metropoliten entansif tarım olarak da adlandırılan kentsel tarım, Dikmen Vadisi’nde düşünüldüğünde, merkez ve yerleşim alanlarında çatı, balkon, avlu, geçici olarak boş bırakılmış alanlar ve kent farkları yüksek değeri olan mantar, çiçek, dinlenebilir kuş türleri ve çeşitli sebzeler için değerlendirmesi. Vadi koridorları en uygun kentsel alandır. Dikmen Vadisi’nin büyüklüğü dikkate alındığında, daha çok sebze ve balık üretimi için değerlendirilebilir. Vadiyi yüksek entansif tarım için kullanmak, kentsel yapılaşmanın getireceği rant artışı gözönünde bulundurulduğunda  yüksek maliyet gerektirebilir.   Ancak çevre koruma açısından yüksek değere sahiptir.

Dünya kentlerinde, vadi koridorlarının kullanımı ile ilgili artan eğilim de budur ve hükümet ile sivil toplum örgütleri programlarının desteğine ihtiyaç bulunmaktadır. Öneri alan kullanım deseni üretilmesinde, koruma ve kullanım değeri analiz sonuçlarının ilk sentezi yapılmış ve sonuçta iki öneri geliştirilmiştir. Birinci öneri geliştirilirken koruma ağırlıklı  bir yaklaşım izlenmiş. İkinci öneri de  yine koruma öncelikli olmakla birlikte, yoğun  kentsel gelişim talepleri dikkate alınarak  yerleşim için  uygun alan arayışlarına da ağırlık verilmiştir. Bu kapsamda koruma ağırlıklı olan  alan seçimimizde koruma, koruma  rekreasyon, kentsel tarım, rekreasyon ve yerleşim değerlendirilmiş. İkincisin de ise, koruma, kentsel, tarım yerleşim, yerleşim, kentsel tarım ve rekreasyon irdelenmiştir.

Sonuç olarak iki öneri şeklinde sunulan alanın,  alan kullanım desenlerinin açık  olarak Dikmen Vadisi’nin Ankara açık ve yeşil alan sisteminin önemli bölümünü oluşturacağı ortaya çıkmıştır. Vadi kent ormancılığı ile bio-bahçe inşaatı ile, peyzaj onarım çalışmalarına,  çeşitli spor aktivitelerine ortam sağlaması ile rekreasyonel faaliyetlere olanak sağlayacak bir  potansiyele sahiptir. Peyzaj onarımı ile Dikmen Deresi işlevsel ve estetik yönden Ankara kentini geri kazanabilir önemli bir peyzaj elemanıdır. 

Teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

OTURUM BAŞKANI- Sayın Araştırma Görevlisi Osman Uzun’a Dikmen Vadisi örneğinden yola çıkarak önerdikleri, vadi değerlendirme modelini aktardığı için çok teşekkür ediyoruz. Bu oturum, bu  son bildiri ile sona eriyor. Yine 10 dakika ara veriyoruz. Ondan sonraki panel için 10 dakika sonra görüşmek üzere iyi akşamlar.

RACİ BADEMLİ- Panel-forum olarak adlandırılan konusu, “Ankara Kenti Açık ve Yeşil Alan Planlama Sistemi Bütüncül Yaklaşımda İmrahor Vadisi” olarak belirlenen toplantıya başlıyoruz. Dört katılımcımız var. Mimarlar Odası adına Faruk Şahin, Şehir Plancıları Odası adına Ömer Kıral,  Peyzaj Mimarları Odası adına Oktan Nalbantoğlu yok. Ama Peyzaj Mimarlığı Bölüm Başkanı Ankara Üniversitesi Halim Perçin Hocamız burada, Baykan Günay yok. Bir de Gazi Üniversitesi Mimarlık bölümünden Nur Çağlar.

Konuları aslında İmrahor  Vadisi’nde ne yapmamız gerekir bundan sonra. “Bundan sonraki adımımız ne olmalı, hedefimiz ne olmalıya yönlendirelim?” diye düşünüyorum. Ben sizlere söz vermeden önce planlama hakkında genel söz söylemek isterim.

Planlama bildiğiniz gibi bir yönetim işlevidir. Yani yönetici olmazsa, yönetim işlevi belirli bir esasa bağlanmamışsa, planlamadan konuşmanın fazla bir anlamı yoktur. Bu nedenli İmrahor Vadisi’nde bir ihtiyaçla bir sıkıntıyla karşı karşıyayız. Birtakım, isteklerimiz var, birtakım rüyalarımız var, birtakım gördüğümüz, düşündüğümüz, olmasını istediğimiz şeyler  var. Aslında bizim yapmamız gereken şey bir platform olarak, bu konuya gönül vermiş ve   burayı korumak,  burayı Ankara için,  kamu yararı için değerlendirmek üzere bir arada hareket etmeye çalışın kişiler olarak, bir davetiye çıkartmamız lazım.  Bu davetiye aslında sahiplilikle ilgili. Yani buranın yönetiminin sorumlusunu bulmamız lazım. Yani biz sivil toplum kuruluşlarının üyeleri olarak, aslında Ankara’da hepimizin  olan bu şeye sahip çıkılmasının  arzusu içindeyiz. İnsanlar sahip çıksın diyoruz. Bunda  sahip çıkması gerekenleri davet etmek zorundayız; Belediyeyi, Valiliği, Bakanlığı davet etmek zorundayız.

 Yapmak zorunda olduğumuz ikinci husus, konuştuğumuz vadinin tanımını yapmaktır, sınırlarını koymak ve bu vadiye bir statü getirmektir. Yani biz İmrahor Vadisi^” dedikçe harita üzerinde koyduğumuz sınırlar, aslında “mürekkep uçar, söz havada kalır”. Bizim  yapmamız gereken vadinin sınırlarını belirlemek ve buna bir statü getirmektir. Statü getirmek, sorumluluk tanımlamak ve sahiplendirmek, ondan  sonra belirli bir hedef, vizyon doğrultusunda o hedefe ulaşmak için katkıda bulunmak, sivil toplum kuruluşları olarak gücümüzü  destek olarak sunmaktır. Çünkü bu işi yapacak olan biz değiliz. Biz yapılmasına yardımcı olacağız. Biz bir olayın olmasının katalizörü olacağız. Biz aslında sorumlusu olmak durumunda olanları uyandırmak,  onlara görevlerini hatırlatmak ve onları hedefe doğru yönlendirmek için burada toplanmış durumdayız. Yani biz aslında aşağıdan yukarı, aslında yönetim erkini elinde tutan doğayı korumakla görevlendirdiğimiz kenti yönetmekle görevlendirdiğimiz  atanmışlar ve seçilmişlere gönüllüler olarak,  bir şeyler söylemek  durumundayız, biz o pozisyondayız. Onun için şimdi söz alacak arkadaşlarımdan -hem kendi örgütleri, meslek odaları, üniversiteleri olabilir,  hem de kişiler olarak olabilir- aslında hepimizin olana sahip çıkmak için atanmış ve seçilmişlere gönüllüler olarak mesajlarımızı net bir şekilde iletmelerini altını çizerek söylemelerini rica edeceğim. Benim söyleyeceklerim bu kadar.

İlk olarak Mimarlar Odası adına Faruk Şahin  arkadaşım. Evet buyurun.

FARUK ŞAHİN- Teşekkürler Sayın Başkan. Önce ben sözlerime samimi bir teşekkürle başlamak istiyorum. Bu öyle, hani protokol yerini bulsun, söylenecekler söylensin anlamında bir teşekkür değil. Bu çalışmayla ilgili yani İmrahor Vadisi’yle ilgili süregelen çalışmaların başlangıcında yer alan herkese  bu çalışmayı oluşturmak için çaba harcamış olan herkese samimi bir şekilde teşekkür etmek isterim.  Bu kadar önemli bir durumu, bu kadar göz önünde duran ama bu kadar da sahipsiz duran bir şeyi ele alıp böyle bir gündem maddesi haline  getirmiş olmaları.

 Burada da tabii, özellikle bunu zaten kendilerine  görev edinebilecek olan meslek odalarından ya da üniversitelerden öte,  Kavaklıderem ve Mamak Kitle Örgütleri Platformunun adını özellikle anmak lazım. Ne zaman ki biz bu tip yapılanmalar içinde tariflenmiş durumları olan  meslek odaları ve üniversiteler gibi yapılar dışında,  gerçekten sivil insiyatif olan Kavaklıderem ve Mamak Kitle Örgütleri gibi yapıları  öncü güç, sürükleyici veyahut da oranın esas potansiyel örgütlenme  yapısı haline getirilir, işte o zaman bu tip çalışmalar gerçekten sürekli ve Raci Bey’in demin bahsettiği, sahiplerinin bulunması baskının oluşması konusunda, gerçekten anlamlı çalışmalar haline gelir.

  Bu teşekkürden sonra, uzun teşekkürden sonra önce kısa bir yaşanmışlıktan bahsederek bütün bir konuşmamın çerçevesini kurmak istiyorum. Yaşlı değilim, genç bir kişiyim ama bahsettiğimiz konu  vadiler konusunda canlı tarih sayılabilirim. Çünkü bu konu insanın  gözünün önünde, özellikle Ankara gibi bir şehirde yaşanan ve üzeri kapatılan bir konu. Ben Ayrancı’da oturdum. Orada doğdum, orada büyüdüm.  Dikmen Vadisi’nin hemen ucunun yanında. Ayrancı’da Dikmen Vadisinin o kısmında bugünkü Emniyet Müdürlüğünün,  Ayrancı Lisesi’nin olduğu yerde Ayrancı Lisesi yine vardı, bunun dışında hiçbir şey yoktu ve biz orada böyle macera tadında oyun oynardık. Evden uzaklara gidip de kendi başımıza bir  şeyler yapmak istediğimiz zaman işte böyle köpekleri kovaladığı, ağaçların arasında insanın her istediğini yapabildiği  falan, böyle bir  apartmanlar düzeni  içindeki bir semtin kenarına sıkışmış vaziyette o Dikmen Vadisi’nin akarsuyunun sonunun adını burada anamayacağım dere şeklinde anıldığı haliyle, henüz açıkta olduğu zaman biz onun etrafında oynardık. 

Bunu böyle bir anı olsun diye değil, bir karşıtlığı anlatmak için  söylüyorum. O vadinin hemen ucunda hepiniz görmüşsünüzdür Maspark vardır. Vadinin ucunun Meclis duvarıyla sonlandığı noktada küçük bir öyle işte çocuk bahçesi, yanında basketbol, aşağısında park şeklinde Maspark oranın adı.  O parkta da oynamazdık, çünkü o parkta hiçbir şey yoktu; ne bir ağaç vardı, ne başka bir şey, hiçbir şey yoktu. Dümdüz bir park alanıydı, etrafı çitle çevrilmiş ve bir tane de yarı deli bekçisi vardı. Çim dikerdi, ağaç dikerdi ve bizim orada oynamamıza izin vermezdi. Biz orada top oynamaya kalkıştığımız zaman, bekçi ile köşe kapmaca oynayıp, çimlerin üzerinde top oynamaya çalışırdık ve  bekçi bizi sürekli  kovalardı.

Bugüne geldiğimizde Dikmen Vadisi’nin o kısmında Emniyet Genel Müdürlüğü ve Ayrancı Pazarı var. Daha yukarıdaki kısmının üzerinde ilk başta çok iyi bir fikir olarak ortaya atılmış ve beni çok heyecanlandırmış bir fikir olan, Dikmen Vadisi’nin ilk kısmında haliyle korkunç bir yoğun yapılaşmaya dönüşmüş ve Kültür Köprüsü’nden sonrası  da artık böyle bir nükleer savaş artığı yer gibi, terkedilmiş olan Dikmen Vadisi var. Aşağıya baktığımızda ise Maspark  kısmında, o gün o yarı deli bekçinin çabalarıyla başlamış olan ufak tefek ağaçlar, bizi kovaladığı çimlikler, bilmem neler falan, gerçekten çok güzel ve herkesin çok  severek kullandığı park haline gelmiş durumda. Ben her oradan geçişimde, oranın böyle  yarı çorak haliyle bugünkü hali arasındaki farka baktığımda oradaki o yapma çabasıyla, o adamın orayı sürekli koruma, sürekli onun için bir şeyler yapma çabasıyla, diğer taraftaki vurdumduymazlığın aslında hiçbir değer olmayan bir şeyi bugün ne hale getirdiğini ve  aslında  çok büyük bir değer olan bir şeyin,  bugün nasıl battığını çok iyi bir karşıtlık içinde, hemen birbirinin dibinde gösteren bir şey görüyorum. Yani Maspark hiçbir şey değildi, bugün çok güzel  bir park oldu, Dikmen  Vadisi müthiş bir potansiyeldi bugün artık Emniyet Müdürlüğü ve Ayrancı Pazarı oldu.

Bu açıdan baktığımızda bütün bu İmrahor Vadisi’yle ilgili yapılan tartışmalar içinde benim planlama açısından özellikle çok dikkatimi çeken bir şey var, o da şu: Bu şekilde üretilen her yazı, yani işte bir vadi başka tür kentsel yapılardan bakarsak mesele  bir meydan, bir yol, bir yaya yolu kenti içinde bir değer oluşturur ve o  değer hemen oluştuğu anın arkasında ya da planlandığı anın arkasında, bazen direkt planlanmaya başladığı  sırada  bile değer oluşmadan onun spekülasyonu oluşur. İşte bu durumlarda o oluşan değer hemen arkasından da çeperinde korkunç bir rant baskısı oluşturur, eğer gerçekten değerse.  Bence bu tip planlamalarla ilgili en büyük değerlerden biri, çeper değerlendirilmelerinin de içine alınarak planlanması gerekliliği.

Yani siz İmrahor Vadisi’nde bugün orada Oğuz Bey’in bahsettiği gibi, cennetten bir köşe yarattığınız anda İmrahor  Vadisi’nin doğu bulvarı, çeperi üzerinde oluşacak rant baskısı İmrahor Vadisi’nin planlamadan uygulamaya geçme aşaması sırasında kaçak ya da bilerek ya da birilerinin eliyle işgal edilmesine, parçalanmasına ve belki de çok iyi planlanmış  bir şey olmasına rağmen yok edilmesine bile sebep  olabilir. O yüzden bu oluşacak değerin, çok iyi tartılması ve çok iyi planlanmasının bu noktadaki en iyi kriterlerden biri olduğunu düşünüyorum. Buradan giderek aslında Sayın Başkanın dediğine  ters  bir durumdan girmeye çalışıyorum. Ne yapılacağı konusunda şu anda çok  bir şey söyleyebileceğimizi zannetmiyorum. Ama ne yapmayacağımız konusunda her şeyi çok net koyabileceğimizi düşünüyorum.

1-     Bu çeperde oluşabilecek rant baskısını göz ardı etmemeliyiz bu oluşacaktır çünkü. Bunu çok ciddi bir veri olarak bu sistemin içine, planlama sistemin içine, özellikle de bir vadi planlaması gibi çeperlerini iyice baskı altına alacak bir sistemin içine  mutlaka koymalıyız.

2-                 Sosyal değişim alanlarının birbirine etkileme halini de göz ardı etmemeliyiz. Nazmiye Hanım çok güzel bir şekilde ifade etti. Mamak, Çankaya ve Gölbaşı üçgeninde bir yer bu vadi ve Mamak, Çankaya ve Gölbaşı’nı sosyal yapıları olarak   ele aldığınızda sosyal, kültürel ve ekonomi yapıları olarak ele aldığınızda bu üç parçanın bu vadiyi etkileme ve baskı altına alma yöntemi hep farklı ve şekli de hep farklı olacaktır. Çok farklı şekillerde vadi üzerinde etkileri olacaktır. Bunun içinde bir örnek vermek istiyorum. Benim Ankara’da en  çok sevdiğim yerlerden biri Çubuk Barajı rekreasyon alanı. Birinci  Çubuk Barajının, baraj  setinin hemen altından başlayan ve  kanalla birlikte aşağıya doğru devam eden alan. O alana yazın giderseniz, pek çok insanın böyle minibüslerle gelmiş, minibüsü çekmiş, radyosunu da sonuna kadar açmış bir vaziyette,yanında eğlendiğini, ailecek orayı  bir piknik alanı olarak kullandığını görürsünüz ki bu orada başka şeyler hayalleyen insanları rahatsız eder. Hatta, eminim ki onun planlamasını da çok gözönünde bulundurmayan bir eğlenme şeklidir bu. Oysaki bu tip piknik  alanları şehir içinde gereklidir. Ama o bölge kendi içinde öyle bir yapılaşmaya uygun olmayan  bir sosyal çevreyle bütünlendiği için, o alan bu şekilde bir çöküntü alanına dönüşmüştür. Ama  kışın giderseniz hele de hafif bir kar varsa havada, yerde de birazcık kar varsa, Çubuk Barajı’nın o rekreasyon  alanı size bütünüyle ne için ve  nasıl planlandığını ve nasıl bir alan olduğunu gösterir ki o haliyle hiç gördünüz mü bilmiyorum, kışın muhteşem bir görüntüsü vardır. Yani o kanal, oradan yukarıya doğru  çevresi, bütün o yürüyüş yolları falan, aslında orayı planlayan, orayı kuran insanların kafasında ne olduğunu ve bugün ne hale geldiğini gösteriyor.

Dolayısıyla ikinci yapmamamız gereken planlamasını yaptığımız bölgelerin çevresinde oraya etki oluşturacak olan sosyal alanların, toplumsal yapıların, o sosyal, kültürel, ekonomik durumlarını göz ardı etmemek olmalıdır. Bunun  karşıt örneği ise, mesela Botanik Parkı’dır. Botanik Parkı Çankaya semti sınırları ve etki alanı içinde kaldığı için kullanım ve bugünkü haliyle, içinde yaşayış şekli böyle bir baskıyı çok fazla hissetmemektedir. Bu haliyle baktığımızda, bütün bu yapıları böyle ele aldığımızda bu karşıtlığı çok iyi dengeleyen bir proje olması gerektiği, proje derken  burada kâğıt üzerindeki çizimden bahsetmiyorum, bütün fikrin hayata geçmesinden bahsediyorum. İmrahor Vadisi’nin bu   üçlü yapıyı, yani Mamak, Çankaya ve Gölbaşı arasındaki etkileşim alanı olması yapısını, çözmek zorunda kalacak bir proje olduğu açık ve bunun da zor bir problem olduğu da açık. Bunu çözebilirse Ankara’ya yapacağı katkının çok büyük olacağı da çok açık.

Bunun dışında bir de son  bir şey söyleyeceğim. Onunla da zaten bitireceğim. İki maddenin de, yani bu söylediğim ne yapmamamız gerekir maddelerinin, yapmaması gereken insanlar kısmına, yönetenleri koymak zorunda kaldığımız için ve bu yönetenlerde dönemlere tabi insanlar olduğu için ve bu tip planlamalarda dönemlere tabi olamayacak, çok uzun vadeli ve çok uzun vade boyunca çok da yüksek bir iradeyle peşinden koşulması, ardında durulması gereken planlar ve programlar olduğu  için, Sayın Başkanın dediği şekilde bir yöneten bulunmasının kesinlikle bir gereklilik olduğunda  hem fikirim.

 Bunun onlara bırakılamayacağını, çünkü her yönetim değişimi döneminde  bu yapılmış olan planlamaların, özellikle de o dediğim çeperlerin oluşturacağı baskı açısından çok da zorlanacağını ve her yıl yönetimin değişiminde de  şu ya da bu şekilde bir şekilde bozulabileceğini. Bunun içinde onlara bırakmanın hiç doğru olmayacağını  düşünüyorum. O açıdan konuşmamın başına dönersem, Kavaklıderem ve Mamak gibi kitle örgütleri yapılarının  buradaki öneminin çok   fazla olduğunu, çünkü hem meslek  örgütlerinin hem de üniversitelerin  aynı yönetenlerde olduğu gibi değişken yapıları olduğunu göz ardı etmememiz gerektiğini düşünüyorum. Sivil insiyatifler ise Kavaklıderem gibi, Mamak gibi o bölgenin yaşayan insanlarından oluştuğu zaman, zaten sürekli orada olduklarından bunun peşini esas bırakmayacak yapı onlardır. Bu noktada da diğer saydıklarımıza düşen aslen onların herhangi bu şekildeki bölgelerdeki yapılarını olabildiğince ellerinden gelen her türlü teknik ve diğer desteklerle desteklemesi gerektiğini düşünüyorum. Bizim de bu noktadaki yerimiz buradadır.

Son olarak da şöyle bir şeye dikkati çekmek istiyorum. Ankara’da Çiftlik, Çubuk, Altınpark, üniversite ormanları ve benzeri  yapılar aslında çok da kötü bir  yeşil kuşak etkisinin olmadığını, bunların hepsini şöyle bir gözünüzün önüne getirdiğinizde, büyüklüğüyle Gençlik Parkı falanda dahil ettiğimizde Kongre Merkezini de dahil ettiğimizde büyüklüğüyle yeşil kuşak yapısı olduğunu ama bunları o demin bahsettiğim sebepler yüzünden genellikle bugün artık bizim bu tip ihtiyaçlarımıza cevap vermekten uzak hale düştüğünü gösteriyor. Bu yüzdende bununla ilgili eyleme geçerken, üretilecek fikrin -İmrahorla İlgili söylüyorum- öyle ilk akla gelen bir fikir değil gerçekten neredeyse dahiyane bir fikir olması lazım ki peşinde çok uzun soluklu birileri durabilsin. Yoksa bu başlamış  olan güzel hareket kısa bir süre sonra  tavsiyenin arkasında kimsenin kalmadığı bir harekete dönüşebilir. O yüzden o fikrin ortaya çıkması için  bundan sonra çok yoğun bir şekilde pek çok yapının  kendi içinde çaba harcaması lazım. Bu söylediklerime de dikkat ederek  olduğunda çok daha iyi bir şey  olacağını düşünüyorum.

Teşekkür ederim.

RACİ DADEMLİ- Gelmemiş olan Oktan Nalbantoğlu yerine, Peyzaj Mimarları Odası adına Başkanı Betül Hanım konuşmak istiyor. Şimdi sırada Ömer Kıral var. Şehir Plancıları Odası adına konuşacak ama sanıyorum o da kendi görüşlerini ortaya koyacak.

Tekrar altını çizmek istediğim bir husus var; o da şu: Seçilmiş,atanmış ve gönüllüler arasında bir ortaklaşma, bir sorumluluk paylaşma söz konusu. Biz burada hiç kimseye bir şeyi ihale etmiyoruz, etmek üzere bulunmuyoruz. Aslında bir sorumluluk aldık, o sorumluluğu diğerleriyle paylaşmak istiyoruz. Bunu yaparken yerel yönetimler, merkezi yönetimler, sivil toplum kuruluşları, meslek odaları ve  üniversiteler bütün bu örgütlerin bir arada çalışabileceği bir sahipliliği ortaya koyabilmemiz lazım, problematik burada.

Ben Faruk Şahin arkadaşımıza vadinin içeriği kadar bağlamını da gündeme  getirdiği için teşekkür ediyorum  ve Ömer Kıral’a veriyorum sözü; buyurun.   

ÖMER KIRAL- Aslında bir alıntı yaparak başlamak istiyorum; oda şu: Peyzaj Mimarları Oda Başkanımızın bir yazısından alıntı yapacağım. Gerçi sabah oturumunda kendisi de aktardı ama önemli olduğu için, önce onu aktarmak istiyorum.

Mamak Platformunun oluşumu ile ilgili bir alıntı bu. Şöyle diyor: “Ankara’nın az gelişmiş bölgelerinde bir yerel yapılanmayı canlandırabilir miyiz? Mahalle aralarına girebilir miyiz?” diye bir yapılanmanın ürünüydü Mamak Platformu. Devam ediyorum, orada 68 tane dernek ve örgüt vardı. Bunlar bir araya geldiler, bir platform oluşturdular. Tüzüklerini yaptılar, geçtiğimiz yaz her iki örgütle atölye çalışmaları yapıldı.

Buradan çıkması gereken şuydu, istenilen şuydu: Acaba bu örgütler, bu yapılar kuruluş amaçlarının da dışında Ankara’nın sakini değil, sahibi  olma yönünde söyleminde ötesinde bir eylem sürecini örgütleyebilecekti. Şimdi bu çok önemli bir şey. Aslında sahiplenme  olgusunun tanımını da açıklığa çıkartılması lazım galiba. Eğer İmrahor Vadisi’nin stratejik planının gerçekleştirilmesinden bahsediyor isek, bunun sahipleri tabii ki farklılaşacak.

 Erdal’ın verdiği bilgilere göre 3 500 hektarlık bir alandan bahsediyoruz ki, bu alan daha kısıtlı bir vadi tabanını ve biraz da yamaçları içeriyor. Eğer Oğuz Hocamızın bahsettiği diğer vadi kollarını ve Elmadağ’ı da içine alırsak bu çok daha büyük bir alana tekabül eder. Sadece 1 dolarlık yatırım yapsak 35 milyon dolarlık bir projeden bahsediyoruz. Yani metrekaresine 1 dolarlık yatırım yapılsa 35 milyon  dolar eder. Ortalama arsa değerleri bugünkü vadedeki arsa değerleri 30 dolar olsa -ki  ortalama 20 dolarla 100 dolar arasında değiştiğini saptayabiliyoruz- 900 milyon dolarlık bir kamulaştırmadan bahsediyoruz, eğer kamulaştırılacaksa. Dolayısıyla  bu büyüklüklere baktığımız zaman projenin, gerçekleştirilecek proje ile planla bu aşamadaki sahiplenme modeli farklı. O açıdan ben bu aşamada sahibimizin Mamak Platformu ve Kavaklıderem Derneği olduğunu düşünüyorum ve benim burada bu konuşmalarımda daha çok bu sahip için düşüncelerimi açıklayacağım.

Bu arada diğer meslek odası ve kuruluşlara da teşekkür ediyoruz. Şehir Planlama Plancıları Odası olarak biz biraz belki geride kaldık, ama bundan sonra, bu sahiplenme modeli içinde, şehir plancıları da kendi meslek kapsamları içinde görevlerini yapacaktır. Dolayısıyla şehir plancıları olarak işin sahibi biz değiliz. Ancak işin sahipleri olan, gönüllü kuruluşlara teknik yardım ve teknik destek vermek durumundayız. İmrahor Vadisi’ni Kurtarma Girişimi Grubu, bu geçtiğimiz aylarda bir dizi toplantılar yapmış. Ben sadece toplantı tutanaklarından, o toplantıda konuşulanları bilebiliyorum. Burada çeşitli ayrıntılar var, çeşitli düşünceler var, tartışmalar var.

 Öne çıkan konular biraz önce Raci Hocamızın da bahsettiği sahiplilik konusu çıkıyor. Yönetim, yönetimde çok başlılık, proje  alan yönetiminin eksikliği, “Gündem 21” Acaba olabilir mi? Vadinin sınırları belli değil, mülkiyet durumu konusunda çok ayrıntılı çalışmalar yok, spekülatif hareketler çok yoğunlaşmış yer yer; tehditler ve tehlikeler var vadinin üzerinde, özellikle kamu mülklerinin özelleştirilme tehlikesi var. Maliye Bakanlığı, Milli Emlak Genel Müdürlüğü kamu arazilerini satarak ekonomiyi kurtarmak istiyorlar. İstanbul da başarısız oldular, ümit ederim ki burada da başarısız olurlar. Onun dışında plan önerileriyle ilgili tartışmalar yapılmış, yeşil omurgalar sisteminin oluşturulmasından bu sabahta hocalarımız bahsettiler. Ama bir konu var ki dikkatimi çeken, orada İmrahor  Vadisi’ni ele alacak bir düzeneğin kurulması gerekir diye bir görüş var. Bütün bu tartışmalar sonucunda Kurtarma Grubu Girişimi tarafından bir çağrı metni hazırlanıyor; oo alıntıyı yapıyım ben size, bu düşünceleri tazelemek açısından; “Sahip oldukları biyolojik, ekolojik, kültürel ve sosyoekonomik özellikleri nedeniyle vadiler için veri toplamadan, analiz etme ve değerlendirmeye kadar stratejik bir planlama yaklaşımı gerekli ve zorunludur” deniliyor. Ben  burada, bu konuşmamda iki konu üzerinde durmak istiyorum.

Birincisi, stratejik planlama konusunda acaba  nasıl bir çalışma yapılabilir? Bu stratejik planlamayı da uygulanacak projenin değil, daha çok Kurtarma Girişimi Grubunun örgütlenebilmesi ve  yönetilebilmesi planlama yöntemi açısından üzerinde duracağım. Daha sonra da sürdürülebilir bir, kırsal kalkınma sürecinin İmrahor Vadisi’ni koruma kullanma  stratejisinin bir parçası olması konusu üzerinde duracağım.  Çünkü 5 tane köy var ve arazilerin büyük çoğunluğu, köy arazileri. Dolayısıyla, bu stratejik gelişme planı içinde, kırsal kalkınma boyutunu ihmal edemeyeceğimiz düşüncesindeyim. Her ne kadar köy plancıları odası yoksa da, biz  şehirciler olarak bunu da kapsamak durumundayız. Stratejik planlama kolektif bir vizyonla başlar. Vizyon kolektif olmak durumundadır. Büyük bir proje gerçekleştirilemez. Belki bazı demokratik olmayan ülkelerde olabilir bu.  Kolektif bir vizyonla başlar ve vizyonun günlük hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmesiyle sona erer.  Vizyon, tüm tarafların, ortakların ve iddia sahiplerinin katılımıyla gerçekleştirilirse kolektif olur. Vizyonun ideolojisi oluşturulur, kamuoyu ve demokratik baskı grupları oluşur. Dolayısıyla bu kurtarma girişimi grubunun genişlemesi, yeni ortaklar edinmesi ve kamuoyu ve ciddi bir baskı oluşturmasıyla ancak uygulama projelerini yapacak kurumları harekete geçirmek mümkün olabilir diye düşünüyorum.

Diğer yanına, yani kamu tarafına bakarsak, doğrusu şehircilik sistemimizin iflas ettiğini düşünüyorum, imar planlama sistemimizin iflas etmiş olduğunu düşünüyorum, o yönden mevcut belediyeler ve bakanlıkların çok etkili olamayacağını düşünüyorum ve yeni bir kamu yönetimi reformunun, yerel yönetimler reformunun kaçınılmaz olduğunu, yeni bir şehircilik reformunun kurumlarıyla, finans mekanizmalarıyla ve uygulama araçlarıyla yapılması gerektiğini düşünüyorum. İşte bunu da bu şekilde bir saptamayla ortaya koyuyorum.

Yapılacak stratejik planlamanın, yani Kurtarma Girişimi Grubunca yapılacak bir strateji planının başarılı olabilmesi için 5 koşul vardır:  Bunlardan birincisi hedefler iyi tanımlanmalıdır.  Konulan her hedef vizyona ulaşmayı sağlamalıdır. İkinci koşul, karar verme süreci iyi tanımlanmalıdır, yani gruptan karar verme sürecine, yani rasyonel karar verme sürecine gidişi hazırlamamız lazım. Yoksa bu tür toplantılar düşüncelerin gelişmesi için iyidir, ancak operasyonel bir karar verme sürecini geliştirmemiz lazım.  Bunun için de genişletilmiş İmrahor Vadisi stratejik ortaklar girişimi, yeni bir aşamaya gelmek gerekiyor diye düşünüyoruz. Sahiplenme konusunda katılımcı bir yönetim biçimini yeni anlayışlarla oluşturmak durumundayız.

Başarı için üçüncü koşul, planlama ekibinin oluşumu ve işleyişinin net bir biçimde tanımlanması gerekir.   Burada proje yönetim sistemi  anlayışı kabul edilebilir diye düşünüyorum. İmrahor Vadisi proje yönetim birimi oluşturulabilir.  Bu şimdiden bu aşamada kurtarma girişimi grubunun alında bir proje yönetim birimi oluşturulması anlamına gelebilir bu.  Proje yönetim birimi içinde gönüllü kuruluşlar, meslek odaları temsilcilerinin de bulunduğu bir yönlendirme komitesi altında çalışmalıdır. Yani teknik bir birimdir, ama bunun karar verme sürecini, bir yönlendirme kurulunu oluşturmamız gerekir.  Bu yönlendirme grubu da bu aşamada Kurtarma Girişim Grubudur.

Başarı için dördüncü koşul, strateji planının uygulanması sürecinde ortaya çıkacak yeni durumlara karşı uyum mekanizmaları yaratma kapasitesine sahip olmamız gerekir.

Başarı için beşinci koşul ise, vizyon, hedefler ve stratejiler tam taraflarca benimsenmelidir. Yani bu işi gönül verenlerce benimsenmelidir. Güçlü ve yaygınlaşmış bir kamuoyu oluşturulmalıdır. Bu aşamada sanıyorum finansal bir gücümüz yok, ancak düşüncelerle kamuoyunun genişletilmesiyle bir baskı, bir güç elde edilebilir. Finansal güç değil, ama hiç olmazsa bir düşünce gücü geliştirilebilir.

Stratejik plan 5 aşamalı olmalıdır.  Birincisi, durum analizleri yapmamız gereklidir.  İmrahor Vadisi’ndeki ortamın güçlü yanları, zayıf yanları, sunduğu olanaklar, maruz kaldığı tehditler, tehlikeler saptanmalıdır. Bunları parça parça arkadaşlarımız dile getirdiler. Örneğin, alana moloz atılması gibi tehditler var. Bildiğim kadarıyla Çankaya Belediyesi inşaat artıklarının vadiye dökülmesi için müteahhitlere izin veriyor diye duydum.  Kaçak moloz dökümü olsa bu kadar yaygın olamaz. Bir keresinde bir kamyonu takip ettim ve gittiği yer, Çankaya Zirve Kente -sanıyorum OYAK’ın yaptığı bir inşaattı- gitti. Daha sonra soruşturduğumda moloz dökme izninin belediye tarafından verildiği belirlendi.   Tahkik etmek lazım, eğer burada böyle bir durum varsa hakikaten bu işi ciddi olarak düşünmemiz lazım.

Doğal kültürel arkeolojik varlıkların bütün ortamın swot analizlerini yapmak lazım; tabii hiçbir şeyi atlamamak için.  Durum analizlerinde stratejik planın hedef kitleleri de saptanır.  Yani kimin için bu planları yapacağız, sadece Mamaklılar için mi, Kavaklıdere’de oturanlar için mi, Ankara için mi, yoksa içindeki etkinlikleri dolayısıyla Türkiye veya yurt dışındaki hedef kitleler de bu proje kapsamı içine giriyor mu? Kullanıcıların, hedef kitlenin sosyal, ekonomik, kültürel profilleri önemlidir. Vadinin düzenlenmesinde yer alacak etkinlikler, programlar buradan ortaya çıkar; yani vizyon ve bu tür çalışmalardan ortaya çıkar.  Yoksa kişilerin kendi düşüncelerine göre bir plan üretilemez; ancak o kişiler tarafından üretilir ve orada kalır.

Durum analizleri yapılırken zaman boyutuna mutlaka önem vermemiz gerekir. Bölgesel, kentsel, kırsal vadi ölçeklerinde özellikle içsel ve  dışsal parametreleri dikkate almamız gerekir.  İyi uygulamalar çok önemlidir.  ODTÜ’nün yapmış olduğu uygulamalar o açıdan derinlemesine incelenmelidir.  Tabii kötü uygulamalar için de örnek olarak Dikmen Vadisi’ni vermiyorum, ama Bülbül Deresi’ni veriyorum. Bülbül Deresi’ni hatırlayın, şu anda ne bülbül var, ne de dere.

İkinci aşamasında stratejik bakış yönü belirlememiz lazım. Bu aşamanın iki önemli unsuru vardır.  Bir tanesi vizyon, ikincisi hedeflerdir.  Vizyonu belirlerken toplumsal yararlar, kamusal yararlar ve mesleki değerlerimiz gibi temel değerlerimizden yararlanıyoruz vizyonları ortaya çıkarmak için.  Çünkü farklı meslek gruplarındanız, farklı gönüllü kuruluşları temsil ediyoruz. Dolayısıyla bu vizyonu ortaya çıkaran değerleri tanımlamamız ve ortak bir dil oluşturmamız gerekiyor.  Yoksa herkes terimlerden farklı şeyler anlamaya başlıyor.

Vizyon gelecekteki başarıların bir resmidir; o açıdan önemlidir, ancak iyi fikirleri doğmadan öldürmesini herhalde bizden daha iyi bilen toplum belki vardır.  Örnekler, vizyonu geliştiriyorsunuz, karşıdan yanıt geliyor: “Bu vizyon için bütçede kaynak yok. Ayıracak zamanımız yok, çok işimiz var.  Bu iş için bir komisyon kuralım, işi komisyona havale edelim. Daha önce buna benzer bir iş yapılmış ki biz şimdi yapıyoruz? Neden değiştirelim? Şikâyet eden yok, o kadar kötü bir çevre değil.  Daha önce denemiştik, sonuç alamadık. Belediyeyle bakanlık kabul etmez, onaylamaz” gibi düşüncelerle vizyonlar yok edilir.  Onun için bunlara karşı hazırlıklı olmalıyız.

İkinci önemli unsun hedeflerdir. Hedefler vizyona ulaşmak için geliştirilir. Hedefler vizyonu eyleme dönüştürür. Hedefler smart olmalıdır, yani açık ve kesin olmalıdır, ölçülebilir olmalıdır, erişilebilir olmalıdır, gerçekçi olmalıdır, zamanlaması olmalıdır.  Stratejileri tanımlamalıyız, yani stratejiler hedeflere ulaşmak için takip edilecek yolları, tutumları belirler. Hangi amaçları kullanarak öngörülen hedeflere nasıl ulaşılacağı da stratejilerle açıklanır.

Stratejik planın uygulanması aşamasında eylem planları hazırlamak zorundayız. Zaman programlaması, kritik yol haritaları, katılım süreçlerinin planları, finansman yönetim planları gibi uygulama planlarının yapılması gerekir ve son olarak da değerlendirme ve izleme aşaması gelir ki, bu aşama saptanmış hedeflere ne ölçüde ulaşıldığı, vizyonun yaşamın bir parçası haline gelip gelmediği değerlendirilir, izlenir. Performans yönetimi ve risk yönetimi kurallarıyla raporlama yapılır.  Bu arada gönülle kuruluşlara ve meslek odalarına önemli görevler düşmektedir.

Vadi stratejik planının başarılı olması sürekli ve etkin bir katılımın varolmasına bağlıdır. Kamuoyunun oluşturulması, stratejik planın ortaklıklarının müttefiklerinin artırılması, başarının olmazsa olmaz koşuludur. Durum analizlerinden vizyonun geliştirilmesi, hedeflerin ve stratejilerin saptanmasından uygulamanın izlenilmesine ve değerlendirilmesine kadar tüm karar verme süreçlerinde etkin katılımı sağlamalıyız. Bence burada şu andaki ortam ben ve bazılarımız için çok az bir katılımdır, ama katılımın niteliksel boyutu da önemlidir. Bence bir başlangıç için çok önemli bir aşamadayız.

Planlama ve uygulama sürecinde açıklık, hesap verebilirlik ve demokratiklik koşullarını sağlamalıyız. Bunlar gerçekten önemlidir.

Vizyon, hedefler ve stratejileri görselleştirmemiz lazım, yani sadece yazılı dokümanlar değil, bunların görselleştirilmesi gerekir. Bunun amacı kamuoyunun bilgisini giderek artırmaktır, sorunların farkındalığını artırmaktır, kamuoyunun genişliğini ve derinliğini artırmaktır.  Dolayısıyla maketler, perspektifler, çizimler, videolar ve çeşitli tekniklerle vizyonlarımızı, hedeflerimizi görselleştirmeliyiz.

Tasarım festivalleri düzenlemeliyiz. Burada herhangi birimizin yapacağı bir plan kentsel tasarım olabilir belki, ama önemli olan bu değildir, önemli olan kolektif bir tasarım sürecidir. Dolayısıyla tasarım festivallerinin, tasarım atölyelerinin yapılması ve tüm tarafların tasarım sürecine katılımını sağlamamız lazım.  Burada moderatörlere ihtiyacımız var, yeni tür mesleki tecrübelere ihtiyacımız var.

Burada hedef kitle içindeki genç ve öğrenci nüfusunu öne çıkarmamız gerekir diye düşünüyorum. Projelerin gelecekteki sahipleri onlardır. İmrahor Vadisi’ni oluşturan doğal bütünlük içinde arkeolojik eserlerin olduğu da bilinmektedir. Karataş Köyü’nde arkeolojik kalıntılar vardır.  Mühye Köyü yakınlarında eski haritalarda Yalnız Mezar mevkiinde bir höyük olduğu söylenilmektedir. Dolayısıyla belgelere göre iki tane de -Erdal Milattan epeyce önceye dayadı-  büyük bir ihtimalle burada da onlardan var. Dolayısıyla bu tür projelerde, stratejik planlarda tarihsel derinliğin verilmesi, oradaki tarihi eserlerin ortaya çıkartılması projeleri zenginleştirir, uluslararasılaştırır.

İmrahor Vadisi’ni oluşturan doğal bütünlük içinde 5 köy bulunmaktadır. Bunlar Bursal, Karataş, Mühye, İmrahor ve Yakupabdal köyleridir. 1930’lardaki nüfusuna baktığımız zaman 40 ila 70 haneli köylerdir bunlar.  O dönemlerde üzüm bağlarının ve meyve bahçelerinin bulunduğu bilinmektedir.  Bu konudan bugün Oğuz hocamız da bahsetti. Vadinin yüzde 80’i köy arazileri içinde ve özel mülkiyette olduğu biliniyor. Vadideki arazi el değiştirme süreci Büyükşehir Belediyesinin nazım planlarından sonra gayrimenkul uzmanlarınca azaldığı söyleniliyor.  El değiştirmiş araziler üzerinde yatırım talebinin durduğundan bahsediliyor.  Arazi değerleri yerine göre 20 ila 100 dolar arasında değişiyor.  Fakat bir gayri menkul piyasasının henüz oluşmadığı da ekleniyor bunlara. 

Kamulaştırma konusu biraz önce de bahsettiğim gibi herhalde hayal gibi görünüyor.

Hazırlanılacak plan sınırları içinde kalan köyler için vadideki eski tarımsal ürün paternini de dikkate alarak yeni bir sürdürülebilir kırsal kalkınma stratejisi de geliştirilmelidir. Sadece bir kentsel tasarım projesi değildir, vadinin yeni vizyonuyla uyum sağlayabilecek bir tarımsal gelişme modeli içinde organik tarım ürünleri, bağcılık, şarapçılık, meyvecilik gibi tarımsal faaliyetler İmrahor Vadisi ürünleri olarak belki yeni bir kimlikle piyasaya çıkarılabilir, ihracat olanakları artırılabilir.

Kırsal kalkınma stratejisi köylerdeki işsizlik sorununa yanıt aramalı, gerek vadide yaratılacak istihdam olanakları, gerekse kentsel alanlardaki istihdam olanaklarına erişim sağlanmalıdır.  Strateji, köylerdeki sivil mimarlık değerlerini korumalı, ancak modern eğitim, kültür, sağlık programlarıyla çağdaş yaşam köylere getirilmeli ve kent-kır bütünleşmesi sağlanmalıdır.

Teşekkür ederim. (Alkışlar)

OTURUM BAŞKANI- Aslında biraz tolerans gösterdim, çünkü son derece önemli bir konu ve getirdiği öneri çok önemli diye düşünüyorum.  Ama genişlettiği ve ayrıntılarına da girmeye başladığı için belki o öneriyi bir kere daha tekrarlamakta fayda var. 

Aslında şöyle bir somut öneri var: Kurtarma Girişimi Karar Kurulunu oluşturalım. Bu karar kurulunda sivil toplum kuruluşlarının, meslek odalarının, üniversitelerin temsilcileri olsun ve bu kurul bir kurtarma amaçlı strateji planı hazırlasın. Bu strateji planından çıkacak eylem planları uygulamaya konulsun. Söylenilen bu ve benim anladığım kadarıyla bu yeni bir planlama anlayışı ve yaklaşımı içerisinde herhalde Şehir Plancıları Odasının da mutlaka bu Kurtarma Girişimi Kurul Kurulunda olması gerekiyor.

Ben Çekül Vakfının da bu kurulda olması gerektiğini düşünüyorum, onu da öneriyorum.

Bu Kurtarma Girişimi Karar Kurulu oluşturalım, mevcut kurulu genişletelim ve hedef olarak da bir kurtarma strateji ana planı hazırlayalım önerisi bence çok önemli.

Betül Uyar hocam, Peyzaj Mimarları Odası adına buyurun.

BETÜL UYAR (Peyzaj Mimarları Odası Başkanı)-  Teşekkürler.

Raci hocanın önerisini dikkate alarak konuşmaya çalışacağım. Oktan arkadaşım jüride, bir spor salonunu turlamaya devam ediyor Pazartesi gününden beri. Ondan dolayı cepten bağlantı kuramadım ve gelmeyeceğine emin olunca da böyle jokerlik görevi yapıyorum.

Benden önceki konuşmacıların bilgilerini toplaya toplaya acaba bir senteze ulaşabilir miyiz, bu anlamda bir katkı koyabilir miyim?  Alan akarsu vadisidir. İkincisi mutlaka bir su havzası yönetimi olayını düşünmek durumundayız oraya.  Türkiye’nin temel sorunlarından biri de havza yönetimidir.  Bilirsiniz birden fazla ilin kapsam alanındadır ve o havzaların ya aşağısı planlanır ya yukarısı planlanır, ama özellikle bölge planı ölçeğinde, çevre düzeni planı ölçeğinde tamamına ilişkin havza planları sonuçsuz kalır. 

Burası da Ankara’nın ölçeğine bakarsak üç belediyenin sınırları içerisinde devasa bir alan. Bu genel tespitten yola çıktığımızda burası hem içinde yaşayan farklı gelir gruplarındaki insanlar için önemli, ama 4 milyon Ankara’nın bütünü içinde çok önemli bir alan.  Dolayısıyla da buradaki yatırım kararları ya da kentin başka noktalarındaki yatırım kararları bile üretilirken mutlaka burayla da bir bağlantısının, ilişiğinin kurulması gerekiyor. Yani Ankara içerisinde yaşayan herkes, her yerle ilgili karar sürecinde hem temel bir bileşen olmak zorunda.  Bazen haklarının zayi olmaması yönünde bazen de çok fazla şekilde onların kesimlerine ödeneklerin ayrılmasında çok aşırı şanslı oldukları yönündedir. 

Şöyle somut örneklemem gerekirse, örneğin Akay Kavşağı metroyla yarışmıştır ve kazanmıştır, ama Akal Kavşağı’na giden yaralar orada harcanılan, kavşağa gömülen paralar Mamak Çöplüğünün de oradan kaldırılmamasına neden olmaktadır, Mamak Çöplüğü de bu arada rehabilite edilmemektedir, yani kentin içerisinde belli bir noktadaki öncelikli herhangi bir proje sadece o alanda bir iyilik-kötülük durumunun ötesinde kentin başka noktalarıyla da bir kıyas düzleminde gerilik ya da ilerilik yaratmaktadır.

Soruna böyle bir genel perspektiften yaklaştığımızda da temel olacak şey yönetim noktasında kim yönetim? Elbette ki bugünün sempozyumunun açılış konuşmasını yapanlar yönetimi olmalıdır.   Bu tür projeler kentin bu anlamıyla tamamıyla mal oluş projeleri artık bir fiziki mekân projesinin ötesinde de bir toplumsal proje niteliğini kazanıyorlar.

Geçen dönem bir Ankara Kent Konseyi girişim içinde örneğin bu Mamak Platformunun oluşumunda bir katkı sağladık. Bahçelievler Güzelleştirme Derneği, Küçük Esatlılar Derneği bu süreçte doğdu. Çünkü meslek odaları olarak artık şu salonlarda bakın bir kongre yaptığımız, fuar düzenlediğimiz zamanda bile buraya yeterince katılımı sağlayamıyoruz. Demek ki sokak aralarına, halkın o yaşadığı alanlarda daha farklı bir eylem örgütlenmesi içerisinde de zaman zaman olmamız gerekiyor.  Dolayısıyla asıl sahipliliğin de oradan yükseltilebileceği önemlidir. Bunun her ne kadar teknik bir bakışı, uzmanlık bakışı, bizim raporlarımıza, bizim teknik kurullarımıza ihtiyacı olsa da sorunun asıl sahipliliğinin, yani karar süreçlerinde ya da gidişattaki denetim süreçlerindeki asıl sahipliliğin ve yönetimin halk kesimlerinin örgütlenmiş yapılarıyla olması gerektiğidir. 

Bunu da böyle koyarsak, geriye işin finansmanını örgütlemek, finansmanı da söylediğim gibi bir toplumsal kesitten baktığımız zaman doğru çözümler üretebiliyoruz. Bu kentin öncelikleri nelerdir, bunları ortaya koyacağız. Bu öncelikleri diğer önceliklerle kıyaslandıracağız ve böyle baktığımız zaman bayağı bir yol alacağımıza inanıyorum.

Ankara’nın içerisinde aktif yeşiller konusunda bu Kentin Belediye Başkanı her ne kadar “7 m2’lerde olduğunu” söylüyorsa da bu gerçek dışıdır ve gerçek rakam 3’lerin altındadır.  Bayağı yeşil gibi duruyor olabilir, onlar daha ziyade noktasal yeşiller. Aslında aktif olarak Ankara çok yeşil değil.  Büyük alanların İmrahor Vadisi gibi rekreasyonel pasif yeşilin ya da rekreasyonel olanların kentin içerisinde örgütlendiğinden, kullanıldığından daha farklı kullanılan alanların önemi artıyor, ama Gaye arkadaşımın bildirisinde sunduğu gibi bir yeşil kuşak konsepti içerisinde bunları ifade etmezsek, kentin içerisindeki iç akslarla da bunu bütünleştirmezsek, bunun da hiçbir anlamı yok. Bakın, noktalar o yeşiller sizi o bütünden koparıp çok yeşil bir kentte yaşamadığınız halde sizin çok iyi yeşil alanlarda yaşadığınızı bile size hissettirebiliyor; bir imaj.

Bunun ötesinde gerçekten aktifinde pasifinde çok sağlıklı alanlara kavuşmak istiyor muyuz?  Türkiye bu sorununu da hâlâ ne imar mevzuatında çözebilmiş ne de Avrupa Peyzaj Sözleşmesine imza attığı halde bunu Türkiye koşullarında çözebilmiş değil. Yani ortada bir peyzaj sorunu var, peyzajın algılanışı, yönetimi, etaplanması sorunu var. Mutlaka stratejik bir planlama olması gerekiyor. Öngörüleri, etaplaması ve soruna yaklaşımı sonraki değerlendirmeleri açısından dolayısıyla bu oluşum özellikle bu açılışını yapan halk temsiliyetiyle oluşan yapıların işe sarılmasıyla, bizlerin de teknik olanaklarımızı kullanmamızla, yönetenleri belli bir noktaya getirmek için özel çabalarımızla sürdürülecektir. 

Doğrusu kat etmemiz gereken uzun bir yol var. 3 500 hektar da öyle kolay bir alan değil, ama bir de koruma-kullanma dengelerini de çok iyi değerlendirmemiz lazım. Çünkü sonuçta üretilen projelerde peyzajın o bütünlük içerisindeki genel kullanımında bu kaçırılıyor.   Bu denge belki o korumanın statüsünü de belirleyecek olan bir şey, yani bir özel çevre koruma kurumunun statüsünde mi algılanacak alan, nasıl çözülecek?  Bunlar konusunda da hep peyzajın hep alt sektörleri algılandı Türkiye’de de genel peyzaj bir bütün, konsept olarak kavramsal olarak algılanmadı, nazım imar planlarındaki yeşil omurgaları, aksları hâlâ pek çok kentin imar planlarına baktığımızda çok sorgulanabilir bir şekilde. Bunu böyle değerlendirmemiz gerekiyor.

Son olarak da diyorum ki, Ankara’nın 202 Nazım Planı onaylı değil. Bu kentin açık yeşil alan omurgası içerisinde Yüksel hocamın bahsettiği gibi Haymana’dan başlayan, Elmadağ eteklerine, oradan kentin içindeki akslarla bütünleşen ve Zir Ovasına kadar çıkan o aksın da gelişmeleri bu anlamıyla da hem Büyükşehir Belediyesinin hem de ilçe  belediyelerinin çok iyi takip etmesi gerekirken böyle bir yeşil aks yok ki, kimse İmrahor’un derdinde değil diye düşünüyorum.

Teşekkürler. (Alkışlar)

OTURUM BAŞKANI- Ben teşekkür ederim. Aslında konuştukça konular netleşmeye başlıyor. Gerçekten orada yaşayan insanlar, bizim bu kurtarma girişimimize katılmazlarsa, onların adına, onların olan bir şeyi kurtarma durumunda olursak bir yanlışlık olacaktır. Mutlaka demek ki Kurtarma Girişimi Karar Kurulunda söz konusu köylerin orada mülkleri olanların da bir şekilde dahil edilmelerini sağlamak lazım.  Yani bu, başarıya ulaşmak için galiba temel koşullardan biri oluyor.  Onlar aslında bu girişimin doğal ortakları olmak, bu olayın katılımcısı olmak durumundalar.

Ankara Üniversitesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü Başkanı Sayın Halim Perçin hocamıza söz veriyoruz.

Prof. Dr. HALİM PERÇİN (A.Ü. Peyzaj Mimarlığı Bölüm Başkanı)- Teşekkürler Sayın Başkan.  Panellerde en zor işlerden biri sona kalmaktır. Sona kaldıkça işler hem zorlaşıyor, çünkü konular azalıyor, ama konular azaldıkça da daha az konuşmak gibi şansımız oluyor.

Bugünkü panelin konusu “Ankara Kenti Açık Yeşil Alan Planlamasında Bütüncül Yaklaşım”  Ankara’nın açık ve yeşil alanlarına bütüncü olarak baktığımızda kısmen geçmişten bugüne kalan, büyük bir kısmının vadi içlerinde, kısmen de sırtlarda yer aldığını görüyoruz.  İmrahor Vadisi’ni bunun içine soktuğumuzda kent içerisindeki açık yeşil alanların büyük bir kısmımın ise bu vadinin alt uçlarında yer aldığını görüyoruz bugün için.  Fakat bir vadi sistemini oluşturan temel öğe su ya da akarsudur.  Bu vadiye bakmadan önce buradaki su ve akarsu sistemini de şöyle bir irdelemek gerekiyor.

            Daha önceki konuşmalarda Tuz Gölü’nden bahsedildi, ama Tuz Gölü kapalı bir havza, suyu bir tarafa doğru akıtmıyor, ama bu havzanın başlangıç noktasını düşündüğümüzde Haymana yakınlarından başlayan bir su sistemi var. Haymana’nın hemen biraz ilerisinde Dikilitaş Göleti’yle tutuluyor ve tarım alanlarına sulama suyu olarak veriliyor.  Bunun hemen 20-30 km daha altında İkizce Göleti var, yine bu İmrahor Vadisi’ni beseleyen suyu tutan ikinci bir göletle suyu burada da tutuyoruz ve tarım alanlarına sulama amacıyla veriyoruz. Tarım alanlarında gübreleme, ilaçlamayla oluşan taban suyu bu vadiye doğru geliyor.  Biraz daha aşağı inince özel çevre koruma alanı içerisine geliyoruz.  Burada geçmişte bir botanik bahçesi planlandı, sahip bulmadan söz edildi, buranın sahibi bulunamadığı için de gerçekleşemedi.

            Arkasından Mogan Gölü’ne geliyoruz. Mogan Gölü’den gelen tarım alanlarındaki kirlilikler ve suyun tutularak az su gelmesi nedeniyle ötifikasyon yoluyla yavaş yavaş dolmakta ve belli bir süre sonunda yok olacak sistemin bir parçası olarak önümüzde duruyor.

            Biraz daha ileriye gidiyoruz, bir aküfer var; geçen sene yarışma açılmış olan doğa parkı olarak ortaya çıkmış olan bir alan var. Aküfer bir filtredir, suyu filtre eden bir alandır. Filtrenin üstüne bakıyoruz, Gölbaşı’nın çöp dökme yeri, taş kesim ocaklarının bulunduğu bir yer. Aküfer filtre görevinden çok kirletme görevini üstlenmiş bir alan. Eymir Gölü’ne geçen suyu temizleyecekken kirleterek suyu buraya geçiren bir yer haline dönüşmüş.

Sonra bakıyoruz, geçen sene yarışması yapılmış olan “doğa parkının sahibi kim olacak?” konusuna; ona da sahip bulamıyoruz, sahipsiz bir yer.

Biraz ilerliyoruz Eymir Gölü var. Elmadağ’dan inen yüzey sularının akıttığı bir dolgularla akarsu yolunu kapatmasıyla oluşmuş, birikinti kolisinin oluşturduğu ince ve uzun bir göl.  Kısmen kirlenmiş, ama kısmen bugün rekreatif amaçla da kullanılabiliyor.

Biraz daha ilerliyoruz, bugün sabah gittiğimiz ve gördüğümüz İmrahor Vadisi var. Orayla ilk tanışmamız bundan 7-8 sene önce oldu.   Daha önce gidip geliyorduk, ama bir amaç için gitmek, farklı bir gözle bakmayı gerektiriyor.  Göz seviyesinden baktığımızda tuğla ocaklarının mahvettiği, tarımsal kullanımın yok olduğu bir yer gibi gördük.  Daha sonra bir helikopter uçuşu sırasında şu elinizdeki kitapçıda da gördüğünüz şu fotoğrafı yukarıdan çektik.  Bunu görünce tarımsal kullanışlar için mahvolduğunu, ancak başka kullanışlar için de bir şeyler kazandırıldığını hissetmeye başladık.  Ama tabii bu nasıl gerçekleşir?

Bir göl dizisinin oluştuğu bir yerdir. İnsanın kafasında tabii çok şeyler oluşuyor “Bu acaba Ankara kentinin rekreasyonel kullanımları için değerlendirilebilir mi?” gibi.  Ama biraz önceki konuşmalarda bakıyorsunuz bir çok sorun da var. Tabii bunu kentin içerisine doğru uzattığımız zaman bunun hemen alt uçlarında Ankara’nın içindeki yeşilleri görmeye başlıyoruz.  Burayı gören hemen yukarıda 50. Yıl Parkı olarak Hukuk Fakültesinin arkasındaki büyük yeşillik var.  40 hektarlık bir alan, zaman içinde işgale uğramış ve 20 hektara düşmüş.  Kurtuluş Parkına giriyoruz, oradan Adliye Sarayının önündeki boşluk, Gençlik Parkı, 19 Mayıs Stadyumunun arkasından geçip Hipodrom alanı veyahut da bugün “Atatürk Kültür Merkezi” olarak anılan yer ve Atatürk Orman Çiftliğine doğru uzayan ve kentin içinden upuzun geçen bir vadi sistemini de yine İmrahor’dan gelen bu su ve akarsu yapısı oluşturuyor. 

Su ve akarsu, suyun yapısı, niteliği ve debisi yok olursa bu sistem acaba kalır mı? Yukarıdan fotoğrafını çektiğimiz gibi acaba bu göl dizisi acaba olur mu?  Bunların hepsi de yok oluyor. Onun için biraz önce Betül hamının da söylediği gibi havza yönetiminin baştan ele alınması, yani bu havzayı besleyen su kaynaklarının sürekliliğinin sağlanması da çok önemli.

Geçmişi düşünüyoruz, kent içindeki yeşiller, bütüncü olarak baktığımızda Sıhhıye’den Ulus’a doğru giderken bugün o dereyi göremiyoruz.  Hemen Anıtkabir’in arkasından Beşevlere doğru akan bir dere vardı, bugün o da yok. Bentderesi yok, yani hiçbirisi yok.

BETÜL UYAR- Kurtini Vadisi Deresi yok.

 Prof. Dr. HALİM PERÇİN (Devamla)- Hiçbirisi yok, yani biz hepsini yok etmişiz.  “Acaba gelecekte burayı da mı yok edeceğiz?” diye bir korkuya da kapılıyorum.  Yani bu vadilerin üstünü yol yapmışız. Aslında vadilere ya da suyollarına baktığımızda bir kentin suyunu deşarj eden çok önemli alanla, yerler, fakat biz tabii boşaltımı atık sular şekline dönüştürmüşüz.  Aslında atık suların atılması için çok güzel bir eğim oluşturmuştur. Yani bunun hemen akarsuların sağında solunda oluşturulan kolektörlerle atık suları kentten uzaklaştırmak mümkün, fakat biz kolayını seçmişiz, üzerini örtüp, bu akarsuların deşarjını amacıyla kullanmışız.  Yüzey suları akacak yer bulamadığı için de kentlerimizde başka olumsuzluklara neden olmaya başlamış, sellerle karşı karşıya gelmişiz.  Aslında tabii çok önemli nefes alma noktaları olmaları gereken bu vadilerin geçmişte de korunması gerekiyordu, ama koruyamamışız. Artık geriye dönüş de çok zor.

İmrahor Vadisi bugünkü özellikleriyle korunabilecek daha bazı şeyleri bünyesinde bulunduruyor.  Bugün oluşturulan bu platform, özellikle sivil platform böyle bir girişim için çok önemli bir basamak olabilecektir.  Sesimizi daha güçlü bir şekilde duyurabilirsek belki bu vadinin korunmasını gerçekleştirebiliriz diye düşünüyorum, teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

OTURUM BAŞKANI- Ben teşekkür ederim.

Gazi Üniversitesi Mimarlık Bölümünden Nur Çağlar arkadaşımıza söz veriyorum; buyurun.

NUR ÇAĞLAR (Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi)- Değerli meslektaşlarım, değerli konuklar; İmrahor Vadisi etkinlikleri kapsamında düzenlenen bu panelin aslında bize bildirilmiş bir üst başlığı, teması olmamasının getirdiği çok olumlu bir yanı olduğunu düşünüyorum.  Bu da bize konuşma alanını seçmekte büyük bir serbestlik tanıdı.  Bu durum bir yandan İmrahor Vadisi’nin gerek konu, gerek içerik için tek belirleyici olarak önemini vurguladı.  Diğer yandan tartışmaların İmrahor Vadisi özelinde yoğunlaşmasına da olanak tanıdı.

Konuşmalarda İmrahor Vadisi’nin, Ankara’nın hızla gelişen kentsel yapısı içinde taşıdığı önem ve özellikler, sempozyumda vadilerdeki güncel planlama yaklaşımlarından imar uygulamalarına, koruma-kullanma ilkelerinden açık ve yeşil alan sistemi içindeki yerine, rekreasyonel potansiyelinden ekolojik önemine, doğal ve kültürel planlama verilerinden peyzaj değerlendirmeleri onarımına kadar çok geniş bir yelpazede ele alındı.

Bu çeşitliliğin yarattığı sinerjinin etkinliğinin niteliğine olumlu katkısı olduğuna inanıyorum. Ben de bu noktada öncelikle İmrahor Vadisi’nin salt bir doğal yapı, gerçek bir doğa parçası bir yeşil ve açık alan olmasından kaynaklanan önemini vurgulamak istiyorum.

Kent, insanoğlunun doğada sürdüregeldiği yaşamına alternatif olarak yine insanoğlu tarafından inşa edilmiş ikinci bir doğadır.  Bizler bu ikinci doğayı mükemmelleştirmek için çaba harcarken aslında kendimizi doğadan kopardık. Endüstri öncesi kentte varolan yer duygusu doğa-kent-insan arasındaki denge ve uyum, insanın kontrolü altında yaşanan değişimler, teknolojik ilerlemelere koşut olarak gelişen günümüz kentlerinde kayboldu, başka bir deyişle gerçek doğa kentsel gündelik yaşam içindeki yerini kaybetti.  Ancak, insanların doğayı bir yaşam çevresi olarak duyumsama arzusu daima canlı kaldı.  Bizleri karla kaplı dağların manzarası, denizin dalgalarının ritmi veya kırların içinden geçen yolu fark etmenin karşısında ve İmrahor Vadisi özelinde heyecanlandıran da hep bu arzudur.

Burada İmrahor Vadisi özeli üzerinden irdelediğimiz konuların aslında genele taşınacak konuları barındırdığını ve özünde doğal yapı-kentsel yapı ilişkilerini sorgulamakta olduğunu düşünüyorum. Kentsel yapının doğal yapının buluştuğu, karşılaştığı durumlarda gerilimin ortaya çıkması olağandır. Ayrım, benzerlik, uyum, karşı uyum ve farklı ritimlerin yarattığı gerilimdir bu.

Doğal olanın doğasıyla kentin doğası birbirinden çok farklıdır. Doğada gündelik yaşam doğanın zamanına bağlı olarak örgütlenmektedir.  Kentte ise böyle bir gündelik yaşam ilişkisine dönmek artık olanaksızdır.  Çünkü kentsel yaşam pratik olarak doğanın süreçlerinin dışına itilmiş durumdadır. Doğanın ritmini doğa olayları belirlerken kentin ritmi artık kanıksadığımız iş ve çalışma saatleri, trenin, otobüsün, servisin zamanı ve belki doktor randevuları ve sinema makineleriyle örülmektedir.

Günümüzde modern toplumların coğrafyası paket tasarımlarla yoğunlaştırılmış kent merkezlerinden saçaklanarak büyümekte ve önüne çıkan coğrafi altyapıyı da bu anlamda dönüştürmektedir. Bu dönüşüm kaçınılmazdır.  İmrahor Vadisi bu dönüşüm sürecini yaşamaktadır.  Dönüşüm demek doğal yapıyla kentsel yapının yeni bir ilişkilenme biçimi bulması demektir. Doğanın tümüyle kentin gündelik yaşam etkinlikleriyle içiçe geçtiği bir çağdaş kent kimliği içindeki yerini alması demektir.   Çünkü kent ve doğanın sergilediği ilişki kentin çağdaş yüzünü teşhir etmenin bir yoludur.  Bu ilişkilenme çok boyutlu bir bütünleşmeyi öngörmektedir. Yalnız fiziksel değil, sosyal, eylemsel boyutta da bütünleşme sağlanmalıdır. Çünkü başarılı bir fiziksel bütünleşme için yerin sosyal ve kültürel tabanın hazırlanması gereklidir.

Gündelik yaşamla toplumsal, mekânsal pratiklerle bütünleşemeyen bir yerin fiziksel, mekânsal olarak  da kente katılması olanaklı değildir. Planlama ve tasarım pratiklerinin temelinde yatan da bu yerin dönüştürülmesi sürecidir.  Başka bir deyişle yerin varolan özelliklerinin hangilerinin korunacağı, yok sayılacağı, ekleneceği, azaltılacağı, dönüştürüleceğinin anlaşılabilmesi ve önceki durumda varolan özelliklerin hangilerinin ve nasıl yeni duruma aktarılması gerektiği, bu dönüştürmenin başarısında en can alıcı noktalardır.

Bu bağlamda amaçlanan dönüşün doğru kurgulanmasıdır.    Doğaya daha az yabancı yeni kentsel yaşam ve gelişim yolları için tasarım stratejileri belirlenmelidir. Bu kurgulanmanın kavramsal yaklaşımı alışageldik planlama ve tasarım pratiklerinin ötesine geçmek zorundadır.  Yeniyi yaratmak da kentle doğanın alışageldik ilişkisini yorumlayarak dönüştürmek ve zaten varolanın çekiciliğini yitirmeden vurgulamak, ortaya çıkarmak önemlidir.

İmrahor Vadisi etkinliklerinin genelde verimli, üretken ve yararlı gelişmeler için aracı olmasını diliyorum.  Diliyorum ki, kamu kuruluşları, meslek odaları, üniversiteler ve sivil toplum örgütlerinin konunun önemini vurgulamakta gösterdiği çabalar hedefine ulaşsın. İmrahor Vadisi özelinde yoğunlaşan bu çalışmalar genelde kentsel yapının doğal yapıyla kurduğu ilişkilerde doğru stratejiler saptamak için belirleyici olsun.

Sabrınıza teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

OTURUM BAŞKANI- Biz teşekkür ederiz Nur hanım.

Galiba 5 dakika gecikmeyle panel forumumuzu tamamladık.  Bu güzel konuşmalar ve aslında önerilere yeni bir şey eklemek istemiyorum.  Koruma-kullanma gerilimi bu vadinin sınırlarının belirlenmesi ve bir statüye kavuşturulması meselesi, vadinin kullanımının içeriği ve bunun kullanımıyla ilgili olarak düşünülmesi gereken programlar stratejiler ve daha da önemli olarak vadinin bütünlüğüyle, ama o bütünlüğün içinde olan bağlamla ilgili ve bu sorunsala yaklaşma stratejileriyle ilgili çok önemli gözlemlerde bulundu arkadaşlarımız. Onları not aldık ve bu bizim için bir kıvançtır diye düşünüyorum.

Müsaade ederseniz şimdi sempozyum kapanış konuşması Prof. Dr. Yüksel Öztan’ı davet ediyorum; buyurun hocam.

Prof. Dr. YÜKSEL ÖZTAN- Değerli konuklar, İmrahor Vadisi Etkinlikleri Haftası 2002 programı içerisinde sergi, poster, bildiri sunumu İmrahor Vadisi’nde buluşma, sempozyum ve panel olarak yürütülen bilimsel ve mesleki etkinlikler içerisinde konu çok kısa bir süre içerisinde çeşitli boyutlarda ve özlü biçimde gündeme getirilmiş, geleceğe dönük önemli mesajlar verilmiştir.

Programda yer alan tüm etkinlikler sonucunda genelde ve özelde aşağıdaki hususlarda görüş birliğine varılmıştır:

1.      Dünyamızın topografya oluşumu içinde vadiler ekolojik özellikleri ve mekânsal değerleri  açısından öteki plastik formlara ve ortamlara oranla daha etkili ve önceliklidirler.

Bu nedenle dünyanın jeobiyolojik dönemleri ve nisan coğrafyasının kültürel tarihi boyunca canlı varlıklar için yaşam ve üretim alanı, insanlar için konuklama ve yerleşim yeri olarak aranan ve tercih edilen peyzaj varlıkları olmuşlardır.

2.      Bu özellikleri nedeniyle bu gibi ortamlar uygar ülkelerde kentin prestij alanlara, kentleri fiziksel yönden biçimlendiren ve yönlendiren peyzaj elemanı olarak korunmuşlar ve değerlendirilmişlerdir.

3.      Buna karşın ülkemizde yakın zamanlara kadar yerleşmelerinin odağı durumunda olan akarsularımızın birçoğunun üzeri kapatılmak suretiyle başka kullanım biçimine getirilmekte, vadi tabanları ise yerleşimlere açık tutulmaktadır.  Örneğin, Ankara kenti akarsularının üzerlerinin kapatılarak kent coğrafyasından silindiğini, Hacıkadın, Çubuk, Kayaş, kısmen İmrahor ve Dikmen vadilerinin ise yapılarla doldurulduğunu görüyoruz.

4.      Bu itibarla sahip oldukları biyolojik, ekolojik, kültürel ve sosyoekonomik özelikleri nedeniyle vadiler için bilimsel ve akılcı yoldan bir planlama yaklaşımı gerekli ve zorunludur. Ülkemizde pek çok yerleşimin akarsu vadilerinde konumlanmış olduğu göz önünde bulundurulursa bu tür alanlarda uygulanabilecek veri toplama, kaydetme, analiz etme ve değerlendirme konularında teknik ve bilimsel yöntemlere dayalı ulusal bir yaklaşıma gereksinim vardır.

5.      Bu anlamda ülke düzeyinde pilot bölge olarak İmrahor Vadisi’nin gündeme getirilmesini, ilgili kuruluşlar ve birimler arasında eşgüdüm sağlanarak desteklenmesini ve değerlendirilmesini, konunun ülke ölçeğinde yaygınlaştırılarak ulusal yaklaşım stratejisi için bir örnek oluşturulmasını diliyor,  İmrahor Vadisi Etkinlikleri 2002 Düzenleme Kurulu olarak Kavaklıdere Dayanışma ve Güzelleştirme Derneği, Mamak Kitle Örgütleri Platformu, Ankara Vadilerini Araştırma ve Koruma Kurulu adına sağladığı her türlü olanaklar için TMMOB Peyzaj Mimarları Odası ve Ankara Fuarcılık Limitet Şirketine, etkinliklerimize bilimsel ve mesleki açıdan değerli katkı ve destekte bulunanlara ve sayın izleyicilerimize teşekkür ediyor, saygılarımızı sunuyoruz.

Teşekkür ederim.  (Alkışlar)

OTURUM BAŞKANI- Biz teşekkür ederiz.

Tüm panelistelere, katılımcılara ve izleyiciler teşekkür eder, iyi akşamlar dilerim.  (Alkışlar)

----&----

Okunma Sayisi : 8441
Adres : Konur Sokak 4/3 06420 Yenişehir / Ankara • E-posta : info@mimarlarodasiankara.org
Telefon : 0 312 4178665 • Faks : 0 312 4171804 • GSM Santral : 0 533 4777967
Son Güncelleme : 22.11.2024 - 14:01:56
Şu an 1 kişi online | Hukuki Şartlar ve Gizlilik Hakları