Üye Bilgileri.size uygun bölümden devam ediniz.sitemizdeki online işlemlerden yararlanabilmek için kayıt olup parolanızla giriş yapmanız gerekmektedir. |
03 Mart 2018 Bu abluka dağıtılacak Binalar, sokaklar, anıtlar, okullar yıkılıyor, ağaçlar kesiliyor, müfredatlar değiştiriliyorsa, bu durum kolektif hafızamızı yok ederek bizi yalnızlaştıracak bir mekansal dizge yaratmak içindir. Birlikte oluşturduğumuz kolektif hafızamızı diri tutacak her şeye dokunmak, her şeyi hissetmek ise gittikçe bedenlerimize sirayet eden bu yıkım sürecinden kurtulmanın merhemidir.Tezcan Karakuş Candan* Memleketin zor günlerden geçtiği herkesin bu süreçten nasıl çıkılacağına dair, her ortamda yol aradığı bir süreçte, çıkış yollarının aslında bilinmez olmadığı ortadadır. Herkesin bildiği, ifade ettiği ve hayatın dayattığı bir araya gelme zorunluluğu “ama”larla başlayan kelimelerle bir anda yok oluyor. Egolar, konum kapmalar, hırslar, beklentiler, hiyerarşik diziliş, kişiselleştirme, kurumsal temsiliyetler, yıpranmışlıklar, mış gibi yapmalar, birikmiş öfkeler, yüzleşme talepleri ve uzadıkça uzayan gerekçeler… İşte aynı safta olup da yan yana gelemeyişlerin nedenleri. “AKLIN KÖTÜMSERLİĞİNE KARŞI İRADENİN İYİMSERLİĞİ” Antonio Gramsci’nin dediği gibi “aklın kötümserliğine karşı iradenin iyimserliği” işte şimdi devreye girmeli. Her birimiz kötümseriz, haksız mıyız? Değiliz, ancak bizi kurtaracak olan da bu kötümser ortamda, umudu korumaktan ve kendimizle yüzleşmekten geçiyor. Bir yüzleşme yapacaksak, aynaya bakarak yüzleşeceğiz, kamusal alanlar yüzleşme alanları değil, yüz yüze bakma alanlarımız olmalı. Korkumuzu aşacaksak, irademizle aşacağız. Öğrenilmiş çaresizliği iradenin çelik gücüyle aşabiliriz. “Ben bir başıma ne yapabilirim ki” demeyelim. Hepimizin gündelik hayatında yapacağı, onlarca şey var. Hiçbir şey yapamıyorsak zıplamak bile önemli bir harekettir, televizyonu kapatmak, saatlerce gülmek bile direniştir. Önce kendi kötümserliğimize direnelim. KURTULMANIN MERHEMİ KOLEKTİF HAFIZAMIZDIR Binalar, sokaklar, anıtlar, okullar yıkılıyor, ağaçlar kesiliyor, müfredatlar değiştiriliyorsa, bu durum kolektif hafızamızı yok ederek bizi yalnızlaştıracak bir mekansal dizge yaratılması içindir. Birlikte yarattığımız kolektif hafızamızı diri tutacak her şeye dokunmak, her şeyi hissetmek, gittikçe bedenlerimize sirayet eden bu yıkım sürecinden kurtulmanın merhemidir. Dünyanın ve ülkenin her yerinde gidişattan memnun olmayan milyonlarca yürek atışı var ve biz hiç yalnız değiliz. Emperyalizme karşı milli mücadeleyi kazanan, 15-16 Haziran’ları ve Gezi direnişi olan, adalet için yollara dökülen bir ülkede faşizm elini kolunu sallayarak dolaşamaz. GEÇİRGEN BİR ORTAMA İHTİYACIMIZ VAR Kurumsal birliktelikler belli bir noktaya kadar bir güç oluşturabilir, ancak kurumsal temsiliyetin getirdiği resmiyet, hiyerarşi ve bürokrasi, sürecin yaratıcılığının sınırlandırılmasına neden olur. En yaratıcı eylemler kurumsal bürokrasiye takılır, en acil kararlar ertelenir. Baskıcı rejimlere karşı kurulacak birliktelikler geniş, hedefi belli, dili insancıl, birleştirici, mizahi olmalıdır. Zira diktatörler gülmekten hoşlanmazlar. Mizahtan korkarlar. Öyleyse, bizim ihtiyacımız olan şey geçirgen, bir araya gelebilen, hem kurumsal hem de kurumların bürokrasisini aşan, birbirini anlayan, hızlı hareket eden, bir arada olmaktan mutlu olan, salt kurum kuruma değil “insan insana” birlikteliktir. Bu birliktelik, kurumlarımız üzerindeki ağırlığı da bürokrasiyi de ortadan kaldıracaktır. Burada da kent mücadelesi açısından önemli bir deneyim olan Başkent Dayanışması nam-ı diğer “Ben Ankara” inisiyatifi, hem kurumsal hem de yeri gelince kurumları bağlamayan, vakaya odaklanan eylem tarzı ile yaratıcı, mizahi, örgütlenmeleri hayata geçirebilmiştir. Toplumun bir araya gelemeyecek örgütlenmelerini aynı masa etrafında oturtmayı becerebilmiştir. Atatürk Orman Çiftliği ve Kaçak Saray mücadelesinin yaratıcı, ezber bozan eylemliliklerinin ve dinamiklerinin irdelenmesi önemli bir potansiyel oluşturacaktır. (www.baskentdayanismasi.org) YÜZDE 99 MUTSUZLUKTAN YÜZDE 99 MUTLULUK HAREKETİ Bu ülkede yaşayanların yüzde 99’u mutsuz. Yaptığımız işten mutlu olmuyoruz, sokakta yürürken, gülemiyoruz. Öğrenciler, kadınlar, işçiler, emekçiler, çocuklar mutsuz. Türkler, Kürtler, Lazlar, Süryaniler, Aleviler, Sünniler, gayri Müslimler, herkes mutsuz. Neo liberalizm ve siyasal İslam ideolojisi insanlığın harcını çürütüyor, yüreklerimizi kuşatıyor. İşçileşen köylülere emek sermaye çelişkisini, örgütlenmeyi ve bir arada durmayı anlatacak bir sendikal örgütlenme yaratılamazsa, kendisini yakarak ses vermeye çalışan işçilerle birlikte mutsuz olmaya devam edeceğiz. Memleket mutsuz. Öyleyse bizim bir mutluluk hareketine ihtiyacımız var. Ağız dolusu gülmeye, birlikte şarkılarımızı söylemeye, birbirimizi yeniden tanımaya ihtiyacımız var. Yalnız değiliz biliyoruz, ama hissedemiyoruz. O zaman hissetmek için daha çok bir araya geleceğimiz, dostluklarımızı geliştireceğimiz, birbirimize güven duyacağımız mekanları çoğaltmak gerekli. Fransa’nın entelektüel birikiminin, direnişinin ve örgütlenmesinin kafelerde başladığını hatırlarsak eğer, herkesi bir araya getirecek kültürel ortamları oluşturmak, hepimize iyi gelecek. Behiç Ak’ın deyimiyle, sanatçısıyla, işçisini, politikacısıyla halkını buluşturan dost ortamları bize iyi gelecek. Sokaklarda dolaşmaya, kamusal alanları kullanmaya ihtiyacımız var. Sokak deyince akla sadece slogan değil, hayat gelmeli, hayat kocaman bir slogan şimdi. Gündelik hayatımızda mutluluk, mekânda yan yana gelmektir. Aynı saatte sokaklarda yürüyelim mesela, varsın birbirimizi tanımayalım, aynı saatlerde sinemalara gidelim, dans edelim, parklarda dolaşalım, aynı saatlerde otobüslerde, vapurlarda karşılaşalım. “Günaydın”, “merhaba”, “iyi akşamlar” diyelim birbirimize. Yani gündelik hayatımızı örgütlü bir eyleme dönüştürelim. Happy hour saatleri vardır yurtdışında kafelerde, biz de yaşamda “happy hour” etkinlikleri başlatalım. HER YERDE KADINLAR BİR ADIM ÖNDE Cumhuriyetin aydınlık yüzü, kadınların öne çıkartılmasıyla topluma anlatılmıştır. Kadın sokaktadır, kamusal alandadır. Pencerelerden kafeslerin arkasından bakan değil, sokakta aydınlık saçandır. Siyasal İslamın en büyük korkusu kadınlardan oluşan çevrelerin çoğalmasıdır. Çünkü kadın onların üç metre arkasında yürüyendir; onlarla aşık atan değildir. Şimdi korkularını hangi kadınlara saldırarak gösterdiler birlikte bakalım. Disk Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu Gezi direnişinde başbakanla yapılan görüşmede, Mücella Yapıcı Taksim Gezi Parkı direnişinde, Halkevleri Başkanı Dilşat Aktaş Metin Lokumcu protestosunda panzerin üzerine çıktığında, Ümit Boyner iş dünyasını temsil etmeye başladığında, bu yazının yazarı AOÇ ve Kaçak Saray mücadelesinde, Ayşenur Arslan cesurca sözlerini söylediğinde, Figen Yüksekdağ sesini sözünü sakınmadığında, Canan Kaftancıoğlu CHP İstanbul İl Başkanı olduğunda ve daha birçok kadın kendi ayakları üzerinde onlara kafa tuttuğunda hedef gösterildiler. Yani direnen, mücadele eden kadınlardan korkuyorlar, onlara öfkeleniyorlar. PARLAMENTONUN KAMUSALLAŞTIRILMASI Parlamento bir idari alan olmakla birlikte, milleti temsil eden en kamusal alanlardan birisidir. Bugün parlamentonun işlevsizleştirildiği ve milleti temsil eden kamusal alan olma özelliğini yitirdiği ortadadır. Parlamentonun kamusal alan olması ve iradesini güçlendirmesi için, mekanın kendisi buna olanak vermiyorsa- ki vermiyor- kamusal alanlarda parlamentonun yeniden tesis edilmesi kaçınılmazdır. Muhalefet partilerinin salı günü gerçekleşen grup toplantıları kamusallaştırılmalıdır. Genel başkanlarla birlikte, o haftanın en önemli gündem temsilcileri bu kürsüden kısa da olsa mesaj vermelidir. Bu kürsünün ortaklaştırılması, bir araya gelmenin en önemli argümanıdır. Kamusal alanların, parkların, abluka altında olduğu bir süreçte, milletin vekillerinin bu ablukayı kırmak ve parlamentoyu kamusal alanlarda yeniden tesis etmek için, kamusal alanları parlamento alanına dönüştürmeleri zorunluluktur. Hafta içi parlamentoda mücadele, hafta sonu ülkenin her yanında kurulacak kürsülerle gelişmelerin halka anlatılması ve tartışılması, parlamentonun yeniden kamusal alanlardan inşasına olanak sağlayacaktır. Milletin vekillerinin milletle buluştuğu bu kürsüler eşitler kürsüsüne dönüşerek yeniden parlamentonun tesisine olanak sağlamalı. Böylece milletvekillerinin birçoğu, seçilmek için oradan oraya koşma sürecinden kurtulmuş, gerçekten halk için halkla birlikte, halk tarafından oluşturulan bir kamusallığın öznesi haline gelmiş olurlar. ÜLKENİN GELECEĞİ OYLANIRKEN Erken bir seçim olmaz ise 2019’da yapılacak başkanlık seçimi ülkenin geleceğinin oylanacağı bir referandum olacak. Bu referandum süreci emperyalizme karşı başlatılan milli mücadelenin 100’üncü yılında gerçekleşecek. Kolektif hafızamızı diri tutmak hatırlatmak, yokluktan yaratılan bir süreci yeniden duyumsamak, verilen mücadele ruhuyla yeniden umut dolmak bu süreçten çıkmanın ilacıdır. Toplumun Cumhuriyet rejim ve Atatürk’e olan sevgisinin doruk noktasında olacağı 100’üncü yıl vurgusu, aynı zamanda otoriter rejimden, tek adamlıktan, hukuksuzluktan, şiddetten, yasaklardan, yolsuzluklardan, yoksulluklardan kurtulmak, cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmak için güçlü bir simgeselliği sunuyor bize. Bu nedenle 2019’a doğru gerçekleşen geleceğimizin oylanacağı referandum, otoriter rejimden “kurtuluş mücadelesinin” başlatılması için şimdiden büyük bir kampanyaya dönüşmeli. SANATA EVET Tarihsel süreç gösteriyor ki otoriter rejimlerin son silahları yaşam tarzlarını ve özgür düşüncenin ifadesi olan sanat alanını zapturapt altına almaktır. Almanya’da Hitler döneminde, Şili’de Pinochet döneminde ve faşizmin kol gezdiği tüm coğrafyalarda sanatçıların örselenmesi, eserleriyle dalga geçilmesi, sınır dışı edilmeleri, katledilmeleri aynı zamanda yaratıcılığın, özgür düşüncenin, aydınlık geleceğin yok edilmesi sürecinin sonuçlarıdır. Estetik ve etik kuralların tarumar edilmeye çalışıldığı, sanat festivallerine saldırıların yapıldığı, heykellerin kaldırıldığı ve tahrip edildiği, sanatın aşağılandığı bir süreçle karşı karşıyayız. Bu süreçte, mahalle festivalleri, dramalar, okumalar, fuarların kamusallaştırılması, mizahın yaygınlaştırılması ve toplumsal muhalefetin sanatsal öznelerle bütünleşmesi, simgeselleşmesi, sanatçıların katılımıyla platformlar oluşturulması, kamusal sanat ile birlikte yaşamın yeniden şekillenmesi özgürleşmenin en önemli manivelasıdır. RÜZGARDA SAVRULMAYACAĞIZ Köksüz gövdesiz bir dal parçası değiliz. Onun için rüzgarda savrulmayacağız. İçeride OHAL dışarıda savaş ile bir yok oluşun ortasındayız. Karşımızda bütün sahip olduğumuz değerlerimizi bizden almaya, yurttaşlığımızı tebaaya dönüştürmeye, çocuklarımızı geleceksizleştirmeye, umutsuzluktan, çaresizlikten, işsizlikten, ne derseniz deyin, bu ülkede nefes alamıyoruz diyerek, beyniyle ve bedeniyle göç etmeye çalışan gençlerimizi memleketsiz bırakmaya yeltenen bir vaka var. Bu vaka insanlığın en temel değerlerine yönelik bir sürece girmişse, komşularımızla, selamlaşamıyorsak, düşündüklerimizi söyleyemiyorsak, yazamıyorsak, ya da söylediklerimizi yapamıyorsak, korkuyorsak, kimseye güvenmiyorsak, evlerimize kapanmışsak, kendimiz için, geleceğimiz için kaygılanıyorsak, yüreklerimiz bir abluka altındadır. Ve bütün belirtiler göstermektedir ki, yaşadıklarımız bir toplumsal travmadır. Saf “kötülük” karşımızda ve hatta kapımızda, saf insanlık ise çıkış için bu sürecin imdat çekicidir. Çıkışın kılavuzu cumhuriyet değerlerinde, harcı ise Anadolu coğrafyasının çok kültürlülüğündedir. Cumhuriyet değerlerini savunarak, demokrasi ile taçlandırmayı hedef haline getiren, temel dizgesi evrensel hukuk, insan hakları, vicdan, adalet, dürüstlük, eşitlik, özgürlük olan bir aradalığa ihtiyacımız var. *Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı
Tweetle
Okunma Sayisi : 3229
|
Adres : Konur Sokak 4/3 06420 Yenişehir / Ankara • E-posta : info@mimarlarodasiankara.org Telefon : 0 312 4178665 • Faks : 0 312 4171804 • GSM Santral : 0 533 4777967 |
Son Güncelleme : 08.11.2024 - 16:00:54 Şu an 1 kişi online | Hukuki Şartlar ve Gizlilik Hakları |